top of page

*İmparatorluğun Hiyerarşisi

  • Yazarın fotoğrafı: otonomdergi
    otonomdergi
  • 17 Kas 2004
  • 5 dakikada okunur
Kapitalizmin iktidar işleyişinin coğrafyasının sınırsızlaşmasıyla ekonomik, politik ve toplumsal ilişkilerin küreselleşmesi sürecinde, imparatorluğun emperyal merkezlerinin Irak Savaşı’yla beraber içine düştüğü kriz; küresel bir egemenlik modeline geçişin gerilim alanlarını somut bir biçimde açığa çıkardı. Nitekim, ABD’nin Irak’a müdahalesinin hemen ardından küresel egemenlik yapılanmasının hiyerarşisinin yeniden kurulması yönünde atılan bir dizi adım; emperyal merkezler arasındaki çatışmaların, çok merkezli yapılanan ve tek merkezli ilişkilere dayanan yeni bir küresel egemenlik yapılanmasının hiyerarşisinin kuruluşu sorunuyla doğrudan bağlantılı olduğunu ortaya koydu. İmparatorluğun askeri gücü gibi hareket eden ABD ile küresel düzene hükmedebilme gücünü elinde bulunduran diğer emperyal merkezler arasında küresel güç dengelerinin yeniden kuruluşuyla ilgili olarak yaşanan bu krizler, BM ve NATO gibi küresel egemenlik yapılarının imparatorluğun askeri ve siyasi işlevlerinin iç içe geçirilmesi temelinde yeniden yapılandırılması yoluyla çözüme kavuşturulmaya çalışılıyor. ABD’nin diğer emperyal merkezlerin siyasal desteğini almadan Irak’a karşı açtığı savaşın ardından ortaya çıkan, imparatorluğun çok merkezli yapılanan tek merkezli hiyerarşik işleyişini güvence altına alma sorunu; küresel siyasi ve askeri müdahalelerin meşru zeminlerini tanımlamak ve kurumsallaştırmak yönünde atılan somut adımları da beraberinde getirdi.
Geçtiğimiz Haziran ayında İstanbul’da yapılan NATO toplantısında, Irak’ı da içine alan Kuzey Afrika’dan Kafkaslar’a kadar uzanan Büyük Ortadoğu coğrafyasının AB ve ABD’nin güvencesi altındaki transatlantik sistemin siyasi ve askeri gücüne tabi kılınması yönünde bir dizi karar alındı. Bu toplantıdan yaklaşık bir yıl önce, NATO’nun terörle mücadele eksenine oturtularak imparatorluğa herhangi bir yerden gelebilecek tehditlere karşı koyabilecek bir küresel güvenlik örgütü olarak yeniden yapılanacağı ilan edilmişti. Bu anlamda, İstanbul’daki toplantıdan Irak ve Afganistan’ı da içine alan Büyük Ortadoğu coğrafyasına yönelik müdahalelerin NATO’nun askeri güvencesi altına alınması yönünde bir uzlaşmayla çıkılması bekleniyordu. Her ne kadar Irak’ta geçici hükümetin devreye girmesinden sonra ABD doğrudan bir polis gücü pozisyonunu devam ettiriyor olsa da bugün imparatorluğu kendi krallığına dönüştürmeye oynamak yerine diğer emperyal merkezlerin siyasal desteğini arkasına alarak imparatorluğun çok merkezli işleyişinin disiplini altına girmiş görünüyor. ABD’nin gerilemesine karşılık olarak NATO, Irak’taki güvenlik kuvvetlerinin eğitimini üstlenmeyi kararlaştırdı. Rumsfeld’in Ekim ayında Arap ülkeleriyle birlikte gerçekleştirilecek G8 toplantısı öncesinde ABD kuvvetlerinin Irak’ta barış sağlanmadan önce de çekilebileceği yönündeki açıklaması, Irak’taki işgalin NATO’nun askeri gücüne devredilmesinin uzak bir ihtimal olmadığını gösteriyor. ABD’nin askeri gücüyle diğer emperyal merkezlerin siyasal gücü arasında yaşanan gerilim, Büyük Ortadoğu coğrafyasına yönelik siyasi, ekonomik, askeri ve toplumsal müdahalelerin imparatorluğun hiyerarşisinin zemini üzerine oturtulmasıyla çözülmüş görünüyor. Bu süreci, ardı sıra açıklanan G8 ve NATO sonuç bildirgelerinde Transatlantik ittifakının Doğu Avrupa, Balkanlar, Akdeniz, Ortadoğu ve Kafkasya ülkeleriyle askeri, siyasi ve ekonomik ikili anlaşmalar yoluyla etkinlik alanının genişlemesine yapılan vurgulardan izlemek mümkün. Buna göre, NATO’ya yeni katılan Doğu Avrupa ülkelerinin askeri komuta yapılarını NATO’nun gücü haline getirebilmelerine dönük adımlarının desteklenmesi, yoğun çatışmalara sahne olmuş Arnavutluk, Hırvatistan ve Makedonya’nın NATO’ya adaylık sürecinin gereklerini yerine getirmesi, Gürcistan, Azerbaycan ve Özbekistan gibi Orta Asya ve Kafkasya bölgesinden müttefiklerle stratejik ortaklık anlaşmalarına gidilmesi karara bağlanmış durumda. AB’nin siyasi ve ekonomik ortaklıklar temelinde Akdeniz ülkelerini imparatorluğun egemenlik işleyişine içerme siyasetini oluşturan EUROMED sürecine paralel bir biçimde NATO’nun eş zamanlı başlatmış olduğu Akdeniz Diyalogu, bu bölgedeki ülkelerin imparatorluğun hiyerarşisinin tahakkümü altına alınarak NATO’nun küresel güvenlik konseptine göre yeniden yapılandırılmaları üzerine odaklanan bir süreç olarak tasarlanmıştı. İstanbul’da, bu süreci tamamlamak ve derinleştirmek üzere sınırları Kuzey Afrika’dan Orta Asya’ya kadar genişletilmiş Ortadoğu bölgesine ilişkin olarak “İstanbul İşbirliği Girişimi” başlatıldı. İkili anlaşmalar yoluyla bu bölgedeki askeri kuvvetlerin NATO’nun komutası altına alınmasını ve herhangi bir yerden gelebilecek tehditlere karşı NATO’nun imparatorluğun meşru merkezi ordusu olarak yapılandırılmasını hedefleyen bu girişim, imparatorluğun egemenlik işleyişine direnen ulus devletlerin siyasi ve ekonomik zor, Irak ve Afganistan örneklerinde görüldüğü gibi gerektiğinde doğrudan savaş yoluyla tabi kılınmasını öngören Büyük Ortadoğu projesinin askeri boyutunun NATO tarafından güvence altına alındığını gösteriyor. Haziran’daki G8 zirvesinde bu bölgeye dönük olarak emperyal merkezlerin yürüttüğü AB-EUROMED projesi, ABD Ortadoğu İşbirliği Girişimi ve Japon-Arap Diyalogu gibi girişimlerin imparatorluğun egemenlik mantığı altında birleştiği ve bu girişimlerin birbirinin önünü kesmek yerine birbirlerini desteklediği vurgulandı. Bu projelerin metinsel içeriklerine bakıldığında, 2000’li yılların ilk çeyreği içinde söz konusu coğrafyanın DTÖ’nün ilkelerine referansla, küresel sermayenin girişimlerine açık bir serbest ticaret alanı olarak yapılandırılacağı görülebilir. Bu anlamda Büyük Ortadoğu projesi, bu coğrafyadaki ülkelerin ulus-devlete dayalı egemenlik işleyişlerinin çözülerek imparatorluğun hiyerarşik olarak düzenlenmiş siyasi, askeri ve ekonomik egemenlik yapılarına içerilmelerinin bütünlüklü siyasetidir. Projenin doğrudan belgesi ya da verisinin açıklanmamış olmasına rağmen, bölge ülkelerinin imparatorluğun hiyerarşisini oluşturan NATO, BM, AB, DTÖ, DB ve IMF gibi ulusötesi egemenlik yapılarının tahakkümü altına alınması yönündeki girişimler, bu projenin doğrudan hayata geçirilmesi olarak görülmeli. Şimdiye kadar EUROMED ve DB’ndan özellikle Kuzey Afrika’ya ve Suriye, Lübnan, Mısır gibi Ortadoğu ülkelerine bütün toplumsal alanların ticarileştirilmesi karşılığında aktarılan krediler ya da Irak’ın IMF programına tabi kılınması yönündeki hazırlıklar, NATO ve AB ile kurulan askeri, siyasi ve ekonomik ortaklıklar; ancak imparatorluğun bölgeye dönük bütünlüklü saldırısının içinden görülebilir.
İmparatorluğun egemenlik işleyişi içinde, emperyal merkezlerin kendi aralarındaki ya da diğer öznelere göre hiyerarşik konumlanışları, güç dengelerinin çatışkılı kuruluş sürecine bağımlı olarak sürekli yeniden düzenlenmeye açık bir alan oluşturuyor. Eylül ayında gerçekleştirilen BM genel kurul toplantılarında Almanya, Japonya, Hindistan ve Brezilya’nın Güvenlik Konseyi’nin veto yetkisine sahip daimi üyeleri arasında yer alma isteklerini gündeme getirmeleri, imparatorluğun egemenlik işleyişinin hiyerarşisini oluşturan kurumların yeni işlevlerine uygun olarak yeniden düzenlenmelerinin somut bir ihtiyaç olarak gündemde olduğunu gösteriyor. İkinci Dünya Savaşı sonrası uluslararası düzenin istikrarını sağlamak üzere iki kutuplu dünyanın güç merkezlerinin güvencesine bırakılan BM Güvenlik Konseyi’nin geçmiş dönemin yenik devletleri Almanya ve Japonya’yı içine alarak genişlemesi, imparatorluğun egemenlik biçiminin çok merkezli yapılanan tek merkezli hiyerarşik işleyişini oturtmak yönünde bir adım olacaktır. Geçen yıl DTÖ’nün Cancun toplantısında kendi mallarının serbest dolaşımının önünü kestiği için emperyal merkezlerin koyduğu tarım kotalarına en çok direnen ve aslında tarımda serbestleşmenin derinleştirilmesini zorlayarak küresel sermayeden pay kapma heveslerini dile getiren Hindistan ve Brezilya’nın bu çıkışı ise, imparatorluğun egemenlik işleyişinin meşruiyetinin sağlanabilmesi için eski üçüncü dünyanın en gelişmiş aktörlerine küresel hiyerarşinin içinde doğrudan siyasi yetki alanı tanınabileceğinin bir göstergesi.
İmparatorluğun hiyerarşik egemenlik biçiminin askeri ve siyasi bir aktörü olarak yapılanabilmesi AB sürecine endekslenmiş olan Türkiye için AB’ye uyum süreci, ulus devlet egemenliğine dayanan iktidar işleyişinden küresel sermaye birikim sürecine uygun olarak şekillenen egemenliğin yeni siyasi biçimlerine bir geçiş süreci anlamına geliyor. Bu anlamda Türkiye Aralık’ta AB’ye girişle ilgili somut bir sonuç elde ederek imparatorluğun hiyerarşisinin askeri ve bir siyasi aktörü olarak yapılanma sürecini hem iç hem de dış güçler dengesi açısından güvence altına almayı hedefliyor. İç güçler dengesinin yapılanışı üzerinden bakıldığında, geçen yıl Irak, Kıbrıs ve YÖK meseleleri üzerinden kapitalizmin yeni iktidar işleyişine uygun olarak yapılanma sorununun yarattığı iç gerilimler ve direnmeler şimdilik atlatılmış görünüyor. Ancak Aralık ayında net bir sonuç alınamadığı takdirde ordu, YÖK ve bürokrasi içinden ulus devlet egemenliğine dayalı iktidar işleyişinde direnebilecek eğilimlerin yeniden bir krize yol açmaları şaşırtıcı olmayacak. Küresel sermayenin organik bir parçası haline gelebilmek için AB sürecine tam destek veren sermaye çevrelerinin içine düşeceği bunalım, iç ve dış güçler dengesinin krizlerini tetikleyecektir. Bu anlamda, İmparatorluğun yeni egemenlik yapısının çatışkılı kuruluş sürecinin gerilimleri ve krizleri görülmeden üretilen burjuva özlü demokratik talepler bu sürecin siyasal gücüne dönüşme riskini taşırken ulusal bağımsızlıkçı anti-emperyalist söylemler kapitalizmin küresel iktidar yapılanması karşısında boşa düşecektir. İmparatorluğun Türkiye’nin de merkezinde bulunduğu coğrafyalara yönelik doğrudan ve merkezi askeri, siyasi ve ekonomik saldırıları karşısında emek cephesinin karşıdan bir kuruculuğu üstlenebilmesi, imparatorluğun bu coğrafyaların da sınırlarını aşan bütünlüklü saldırısını doğrudan karşısına alan anti-kapitalist bir küresel direnişin örgütlenmesiyle mümkün olabilir.

Yazar: Sinem Özer
Aralık 2004
bottom of page