top of page

*Mücadelelerin neler yapabileceğini bilmiyoruz

  • Yazarın fotoğrafı: otonomdergi
    otonomdergi
  • 29 Oca 2024
  • 10 dakikada okunur
"Spinoza, “Bir bedenin neler yapabileceğini bilmiyoruz,” demişti, Toni buna şunu ekliyor: “Mücadelelerin neler yapabileceğini bilmiyoruz.” İşte bu yüzden, her seferinde yine zorlukları üstleniyoruz, yine cüret ediyoruz ve yine her şeyi deniyoruz."

Yazar: Marta Malo & Véronica Gago
 
Başlarken
17 Aralık 2023 Cumartesi günü birçoğumuz Toni Negri’nin aramızdan ayrıldığı haberiyle uyandık. İlk tepkimiz, dostlarımıza, tarihin akıntısına karşı düşünme ve isyan etme cesaretini bize tekrar tekrar öğreten bu cattivo maestro’ya[i] duyduğumuz sevgide birleştiklerimize yazmak oldu. Şoku atlatıp yasa geçmemize yardımcı olan yazışmaların yanı sıra sosyal ağlarda ve gazetelerde ardı ardına yayımlanan tüm o yazılarla birlikte, Toni’nin yarattığı politik dostlukların o uçsuz bucaksız coğrafyası da görünür hale geldi, Toni’nin çaktığı kıvılcımla, onunla birlikte ölüme meydan okumak için nesiller arası ve yerel-ötesi bir çokluk kendiliğinden bir araya geldi.
Toni, hepimiz için, kolektif bir düşünce ve eylem geleneğinin, İtalyan operaismo’sunun vücut bulmuş hali, ama bizim için aynı zamanda, gençliğimizde bizi allak bullak eden, gerek düşüncede gerekse eylemde bize bir anlamda kendimizi adama cesareti veren ve bugün olduğu gibi o gün de bize hep ilham vermiş olan tekil bir yaşam.
Aşağıdaki metin, ilk başta, transversal.at sitesinin Toni Negri'nin 90. yaş günü için düzenlediği yerel-ötesi konuşmalar dizisine bir katkı olarak düşünülmüştü.[ii] Bu konuşmayı 2023’ün Haziran ayında bizim için hakikaten bir kavşak noktası olan Berlin’de kaydettik: Verónica Gago Buenos Aires’ten, Marta Malo Madrid’den geldi ve sevgili Isabell Lorey’in mutfağındaki masada oturup konuştuk. Bugün konuşmayı yazıya geçirirken üstünde bir daha çalıştık. Diğer herkesle birlikte, biz de Toni’ye böyle sarılmak, onu böyle anmak, onun yanında öğrendiklerimizi, bizi mevcut durum üzerine düşünmeye davet edenin ne olduğunu kendimize böyle hatırlatmak istedik.
 
1. Cattivo maestro ile karşılaşmamız
İkimiz de Toni’yle yeni bir küresel hareketin doğuşuna tanık olduğumuz o on yılda, Zapatista ayaklanmasının ardından, Cennova’da G8 Zirvesi’ne karşı düzenlenen büyük gösterilerden ve 2001’deki Arjantin krizi ve isyanından birkaç yıl önce tanıştık.
Bu tanışmanın bizde bıraktığı bazı izleri paylaşmak istiyoruz.
 
Madrid, 1988. Çoğu zaman yaptığım gibi, annemin kütüphanesine göz gezdiriyorum. 13-14 yaşlarında olsam gerek. Il dominio e il sabotaggio’nun [Tahakküm ve Sabotaj][iii] İspanyolca baskısını buluyorum, annemle babam halen komünist bir militan oldukları 1979’da almışlar bu kitabı. Kitabın ilk sayfalarına düştükleri tarihten anlıyorum. Kitabın ismi bile, ergenlik çağındaki hayal gücümün ona çekilmesine yetiyor, ama sayfalarında dolaşırken bana yol gösterebilecek hiçbir yetişkin yok etrafımda. Okuduklarımdan hiçbir şey anlamasam da onu bir tılsım, gizli bir hazine gibi saklıyorum. Bunun üstünden sekiz yıl geçiyor ve kitap benim için yeni bir boyut kazanıyor. Madrid’de toplum merkezlerini işgal hareketi içinde, birtakım broşürleri tercüme edip yayımlayan Raúl Sánchez Cedillo ve Miquel Vidal’la tanışıyorum: Bu metinlerin arasında La Pantera öğrenci hareketinin broşürleri, işgal edilmiş irili ufaklı toplum merkezlerinden yazılmış metinler de var, Paolo Virno’nun “Virtüözlük ve Devrim”i[iv] ya da Toni Negri’nin “Post-Fordizmin İlk Krizi” başlıklı bir röportajı gibi daha teorik metinler de var. Broşürlerin sade bir tasarımı olan zımbalı fotokopileri elden ele dolaşıyor, çalışma gruplarımıza kaynak oluyor. Ayrıca Raúl'un Gakoa ile birlikte daha yeni yayınladığı, Toni’nin Félix Guattari ile birlikte yazdığı Bizim Gibi Komünistler[v] de okunuyor o sıralar.
Madrid'de hep birlikte atıldığımız maceranın ateşiyle, işgal ettiğimiz El Laboratorio toplum merkezinde, o ışıl ışıl olduğu kadar soğuk, capcanlı ama toz içindeki mekânlarda, bilgisayarlar ve elektrik devreleriyle uğraşırken, bir yandan da İtalyanca öğreniyoruz; duvarlar örüp duvarlar yıkarken, bir yandan da metinleri tercüme ediyor ve düzenliyoruz; beş parasız İtalya'ya gidiyoruz, birçok yoldaşla düşünce alışverişi yapıyoruz, birlikte öğreniyoruz. Daha sonra, Carlos Prieto’nun ilgilendiği Cuestiones de Antagonismo dizisi için, Raúl Sánchez ile birlikte Toni'nin bazı kitaplarını çeviriyoruz.
Mücadelelerin içinde kişisel ve kolektif arayışlarla geçen yıllar bunlar. Bizden daha büyük olan yoldaşların birçoğu, yenilginin etkisi altında, bize “zamanın durduğunu” söylüyorlar, çünkü onlara göre sermaye gerçeklikle bir ve aynı şey haline gelmiş. İçi içine sığmayan gençliğim, Tarihin kesin olarak durduğu fikrine direniyor. Toni'nin metinlerinde ve sonra şahsında, bizi karşılarken, yanımıza oturup sorular sorarken, bizimle birlikte düşünmeye çalışırken hep hissettirdiği o dipdiri merakında, o kış yıllarına, işçi hareketinin yenilgisine ve her şeyden önemlisi, 10-20 yıl öncesinin mücadelelerindeki canlılığa dair bambaşka bir okumayla karşılaşıyorum. Daha sonra Benjamin'de okuyacağım gibi, gücünü şimdiki zaman üzerinde göstermek isteyen bir canlılık.
Toni'ye göre, uzun sürmüş 68, yenilginin yaralarını ve hüznünü miras alıp, özlemini çekeceğimiz bir şey değil. Aksine bütün bunlar, devrimci bir şimdi’nin zamanını (jetztzeit) açmak üzere çağrılacak olan zamanın keskin parçaları. Daha sonra başka pek çok insanla birlikte, üstüne daha kavramsal olarak düşünme fırsatı yakalayacağım bu 68 fikri, cattivo maestro ile karşılaşmada, dönüşü olmayan bir öznel deneyim biçimine bürünerek tam bir kesinlik kazanıyor.
 
Buenos Aires, 1998. Toni Negri'nin metinleriyle ilk kez, “Marx and Labor: the path of disutopia [Marx ve Emek: Distopya Yolu]” metnini bize okutan üniversitedeki hocamız Marcelo Matellanes sayesinde, üniversite ile militanlık “arasında” bir yerde karşılaştım. Bu metni ilk okuduğumda hiçbir şey anlamadığımı, ama beni çeken bir şey olduğunu hatırlıyorum, çözmem, ayrıntısına kadar incelemem, öğrenmem gerektiğini hissettiğim bir şey. Neyse ki bu yerinde duramama hali, dahil olduğum, Toni'nin Spinoza'yla ilgili metinlerini de tartıştığımız politik örgütlenmede bir süreğenlik kazanıyor. Ayrıca her hafta pazar günleri, Potere Costituente'yi [İsyanlar’ı][vi] okumak için bir araya geliyoruz.
Toni Negri’yle ilk kez 2000 yılının Ekim ayında Roma'da buluşuyoruz. Arjantin'den bir grup genç militan -Diego Sztulwark, Natalia Fontana ve Mario Santucho- onunla bir röportaj yapıyor. Militan araştırmaya, o sırada gelişen yeni direnişlerin ihtiyaçları için 1970’li yılların mücadelelerinden kalan mirası yeniden düşünmeye yöneldiğimiz bir kolektif örgütlüyoruz. Kolektifin üyelerinden birinin akrabası olan ve 70'lerden beri İtalya'da sürgünde yaşayan Arjantinli Susi Fantino sayesinde Toni ile iletişime geçiyoruz.
O görüşmedeki hali, ilgisi, bizi dinlemesi ve meseleleri ele alışı, yanıt verme hızı, bize cevaben sunduğu analizler ve ona aktardıklarımızı dikkate alış biçimi bizi derinden etkilemişti. Negri’yle yaptığımız bu görüşmeyi daha sonra metin haline getirip Contrapoder. Una introduccion kitabı içinde yayımladık. Bu kitap, 2001 Arjantin kriziyle eşzamanlı ilerleyen tartışma ve okumalar çerçevesinde, başta İmparatorluk olmak üzere, Toni’nin çalışmalarında yer alan bazı hipotezleri de gündeme getiriyordu.
O ilk buluşmadan özellikle iki şeyi hatırlıyorum. Biri, Judith Revel’le birlikte yaşadığı Trastevere'deki dairesinde asılı duran FIAT maymunu, diğeri de görüşmemiz bittikten sonra, hapishaneye geri dönmek için hazırlanmak zorunda olmasıydı. Toni geceleri hâlâ hapishanede kalıyordu. “Politika”, “devrim” ve “militanlık” gibi anahtar terimleri yeniden düşünmek için, Toni’nin bilhassa karşı-güç kavramıyla ilgileniyorduk.
O tarihten sonra Arjantin'i birçok defalar ziyaret eden Toni, yerel politik tartışmalarda önemli bir figür haline geldi. Onunla birlikte, işgal edilen fabrikaları, üniversiteleri ve politik alanları ziyaret ettik. Toni’yle her bir araya gelişimiz, onunla sohbet etmek, görüşmeler yapmak, benim tabirimle, politik dostluğu onurlandırmak için başka bir fırsata dönüşüyor.
Toni’nin bizimki gibi bir Üçüncü Dünya ülkesiyle diyalogunda, canlı emeğin geçirdiği değişimler üstüne düşünme şekli, Arjantin ve Latin Amerika bölgesinde o sırada yaşanmakta olan politik galeyanın ortasında ilginç bir karşılaştırma noktası sunuyor.
Toni ve diğer çalışma arkadaşlarının metinlerini Tinta Limon ile birlikte yayına hazırlamak için İtalyanca öğreniyorum.
 
***
Toni bir feminist değildi, ama bu, onun düşüncesinin Feminist Enternasyonal dediğimiz, iç içe geçerek birbirlerinde yankılanan feminist mücadelelerin yarattığı bu yerel-ötesi kuvvetin bir müttefiki olmasının önünde bir engel değil. Şu bir gerçek ki Toni, rahatsızlığı açıkça hissedilse de, feminizme her zaman, onun kuşağındaki komünist bir erkekte görmeye alışkın olmadığımız bir merak ve açıklıkla bakardı. Feminizmin dönüşü olmayan öznel bir başkalaşımın parçası olduğunu, gelmekte olan devrimin bir oku olarak feminizmi barındırmayan hiçbir politik sözlüğün yeterince yetkin olamayacağını anlamış olan az sayıda kişiden biriydi. O yüzden, birazdan yapmaya çalışacağımız şeyi, yani içinde yaşadığımız patriyarkal gericilik, küresel savaş ve neoliberal mülksüzleştirme koşullarında feminist isyanlardan yola çıkıp bu isyanlar aracılığıyla düşünmek için onun en verimli kavramlarından bazılarına başvurmamızı sevinçle karşılayacağını adımız gibi biliyoruz.
 
2. Mücadelelerin açtığı zaman, Kairós
Toni'nin ikimizin de çok severek okuduğu kitaplarından biri, Kairos, Alma Venus, Multitudo [Devrimin Zamanı][vii] adını taşıyor. Toni bu kitabı Rebibbia’da, Fransa'daki sürgün yıllarından sonra ikinci kez hapse girdiği dönemde yazmıştı. Manifestolibri kitabı 2000 yılında, yani bizim de Toni’yle ilk kez görüştüğümüz sıralarda yayımladı.
Toni, Kairos, Alma Venus, Multitudo’da kairós'u, varlığın zamanın eşiğinde belirdiği ve başkalıkla bir karşılaşmayı içeren üretken bir olayda, ismin ve şeyin aynı anda verili olduğu, eşzamanlı olarak yeni bir ortak varlığı ürettiği an olarak kavrar.
Negri'nin kairós'u, çizgisel ve uzamsal zaman, süre olarak zaman anlayışından materyalist bir kopuştur. Negri’ye göre, kairós’un bakış açısından, önce ve sonra yoktur, sadece ebedi olan ve gelmekte olan vardır. Ebedi olan, birikmiş yaşam gücüdür, geri döndürülemez ve yok edilemez zamansallıktır, olan varlığın ortak adıdır. Bir önce, bir geçmiş zaman değildir; ebedi olan, kairós’un yerinde (eşzamanlı) birlikte-olandır (con-sist). Dolayısıyla gelmekte olan da bir sonra değildir, ad ile şey arasındaki, ortak ad ile yeni bir ortak varlık oluşturan yeni şey arasındaki upuygunluğu ifade eden ufuktur. Toni’ye göre, tam da şimdinin özgürce temellükü için verilen mücadelede, yaşam kendini gelmekte olana açar ve arzu praksisin yaratıcı gücünü algılar. Ölçülemezliği sayesinde, ebedi olan ile gelmekte olan arasındaki bu ilişkiyi kuran, bedenden başkası olmadığı için, “kairós’un taşıyıcısı” da odur.
Toni’nin tasavvur ettiği şekliyle kairós, herhangi bir feminen kimliği öz haline getirmeyen, “feminizmin öznesi”nin ne ölçüde oluş halinde bir özne olduğunun farkında olan materyalist bir feminizmi düşünmeye olanak tanır. Zira kendimize ait kıldığımız Negrici kairós’ta beden (ki bu asla soyut beden değil, bir tekil bedendir) elbette materyalist alana gömülü bir halde, yani tarihsel tortu katmanlarından oluşan bir madde olarak belirir; fakat tarihle yüklü olan bu aynı beden –ve doğuracağı devrimci sonuçlar açısından bu önemli bir nüanstır- aynı zamanda yeniliğe, zamanın eşiğindeki üretken olaya, eşzamanlı olarak hem adın hem de tenin, hem sözün hem de cismani maddenin başkalaşımı yoluyla başka-oluşa sürüklendiği o noktaya da açıktır. Kairós’tan yola çıkarak, bedeni böyle jeolojik olduğu kadar meteorolojik, ebedi olduğu kadar gelmekte olana da dönük bir biçimde anlamak, bedeni kesinkes verili, atıl bir veri olarak değil, tam da zamanın kıyısında, varlığın hiç dinmeyen dalgalanmaları içinde bedensel bir üretim, bedenlerin üretimi olarak ele alan bir praksise çağrı yapar. Başka bir deyişle, devrimci praksis, var olandan yola çıkar, ama aynı zamanda onu başka bir biçimde üretir, yani dönüşü olmayan ontolojik başkalaşımlar üretir.
Son dönemde gelişen feminist mücadeleler, gerek radikallikleri gerekse kitlesellikleri, gerek yaşamın kılcal damarlarına nüfuz etmeleri gerekse çaprazlıkları sayesinde, kairós’un zamanını açmaya, yani gelmekte olan zamana açık bir yaşama muktedir olduklarını gösterdiler. Yani oluş halinde olan kolektif bedensellikler üretebildiler, onları bu denli güçlü ve öngörülemez kılan da bu. Bu feminist mücadeleler, kadın hareketlerinin yeniden ortaya çıkışına işaret etmiyor. Birbirine benzemez feminist soybilimlerle iç içe geçen bu mücadeleler, feminizm dediğimiz şey de dahil, her şeyi değiştirmeye dönük radikal bir arzu taşıyor. Bugün feminist praksis, olduğumuz beden üzerinde dönüşü olmayan bir etki yaratıyor.
 
3. Mücadelelerin içinde, mücadelelerle birlikte düşünmek
Cattivo maestro ile tanışmamızı anlatırken zaten söylemiştik, Toni'nin bizi en çok etkileyen yanı, onda somutlaştığını gördüğümüz entelektüel tipiydi. Negri’nin ve İtalyan operaismo hareketinden birçok dostumuzun düşünce ile eylemi birbirine bağlama biçimlerinin, yani inchiesta operaia (işçi soruşturması) pratiğinin, fabrikalarda öğrenciler ve işçilerin oluşturduğu çalışma gruplarının, herhangi bir teorik analizi doğrulamanın tek kıstasının mücadeleler olduğu inancının ve mücadeleler üstüne değil, mücadelelerden hareketle ve mücadeleler için düşünme konusundaki kararlılıklarının bizi nasıl etkilediğini ikimiz de hâlâ çok iyi hatırlıyoruz.
Tam burada, ortak olaya, yani mücadelelere, mücadelelerden doğan ve ontolojik bir geri döndürülemezlik noktası olarak bedenlerimize kazınan o ortak mefhumlara açıklığında, bilginin yapmayla, yapmanın ise bilgiyle üretildiği etik bir gerilim vardır. Bu noktadan itibaren, başkalarıyla birlikte yazmak, konuşmak ve düşünmek, birey bir “yapan”la ilgili bir şey olmaktan çıkıp, mücadelelerle makine-oluşturmakla, teorik-pratik eyleyişlerden asamblajlar yaratmakla ilgilidir.
Makineleşen, daha doğrusu, mücadelelerle bir beden oluşturan böyle bir düşünmenin izlerine, bugün feminist harekette de, kavramlar üretmeye, sözcükler bulmaya, olan biteni anlatmanın yollarını prova etmeye duyulan hayati, organik bir ihtiyaç olarak tanımlayabileceğimiz, teoriye duyulan arzuda da rastlıyoruz. Feminist hareketin, bu açıdan, deneyimin sahihliğini garanti etmek için anti-entelektüel jesti sürekli tekrarlayan diğer toplumsal hareketlerden köklü bir biçimde farklı olduğuna inanıyoruz. Feminist harekette sloganların, şarkıların, fanzinlerin, okuma gruplarının, kitapların ve gazetelerin nasıl çoğaldığını görüyoruz. Her yerde birçok tartışma yürütülüyor, toplantılar, seminerler düzenleniyor, özöğrenim alanları oluşturuluyor, üniversite müfredatında değişiklikler yapılıyor vb. İşte bütün bunlar, belirli bir itirazı beraberinde getiren teorik-politik bir arzunun, yani haykırışlarımız ile kavramlarımızı birbirinden tamamen ayrı unsurlar olmaktan çıkarmak arzusunun bir parçası - sokaklarda haykırırken bir biçimde ortak mefhumlar yaratıyor ve onlara hayat veriyoruz; teoride kavramları geliştirirken ortak bir bedeni büyütüyoruz.
 
4. Kendiliği değerli kılma olarak otonomi
Toni otonomi mefhumunu en güçlü şekilde Il dominio e il sabotaggio [Tahakküm ve Sabotaj] metninde ifade etmiş olsa gerek. Belki de, otonom işçi hareketinin radikalliği ve genişliğinin en üst düzeyine ulaştığı İtalyan '77'sinin sıcağında yazıldığı için. Bu kitapçık İspanyolcaya 1979 yılında çevriliyor, ama baskısı tükeniyor. Daha sonra, Toni'nin 1979'da terörizmi kışkırtma suçlamasıyla yargılanmasına neden olan tüm kitapların bir araya getirildiği Los libros de la autonomía obrera (İşçi Otonomisinin Kitapları) isimli derleme içinde yeniden yayımlanıyor. Bu kitapçıkta ve Toni'nin daha sonraki düşüncesinde, otonomi devletten ayrılmış bir alana değil, işçilerin kendilerini değerli kılma pratiğine, tekrar tekrar üretilen ve aynı zamanda başka bir dünya üreten bir “biz”in başlangıcı olan, içeriden ve karşıdan bir kesinti yaratma eylemine işaret ediyor. İşte sabotaj, bu içeriden ve karşıdan kesinti yaratma eylemidir.
Toni’nin Il dominio e il sabotaggio’da belirttiği gibi, “Sermaye toplumunda, işçilerin kendilerini değerli kılmaları, çok çalışmama, daha iyi yaşama, ücret garantisi imkânı anlamına gelir: İşçiler üretici güçleri ne kadar çok temellük ederse, bu imkân da o kadar büyük olacaktır.” Bu bakımdan, devrimci sürecin, yani kendini değerli kılma sürecinin ne kadar ileriye taşındığı, “proleter toplumun özgür bir şekilde yeniden üretilmesine ayrılmış olan toplumsal olarak yararlı emeğin artışı,” başka bir deyişle, “yaşamımızın ve özgürleşmemizin niteliği”yle ölçülür.
Kesinti yaratma, sabotaj pratikleri aracılığıyla içeriden ve karşıdan gerçekleştirilen bu kendini değerli kılma fikri, feminist otonomiyi düşünürken de çok kullanışlıdır: Bu perspektiften bakıldığında otonom feminizm, devlet karşısında bir dışsallık ya da eril dünyaya göre tanımlanmış bir bağımsızlık konumunun sürdürülmesi değildir. Bir kimlik ya da ideoloji de değildir. Feminist otonomi, daha ziyade, patriyarkal, eril, devletçi ve kapitalist mantık karşısında, başka bir dünyayı, kendimiz için olduğumuz o dünyayı olumlayan bir kesinti yaratma pratiğidir. 2019’daki feminist grevi sırasında Buenos Aires'in duvarlarına yazıldığı gibi, “Estamos para nosotras [Biz bizim için buradayız.]”
Nasıl ki 1960'ların ve 1970'lerin işçi hareketinde bu kesinti yaratma pratiği sabotaj idiyse, bugün de feminizmde, işyerlerinin dışına taşıp, evlerde, meydanlarda, yatak odalarında, ofislerde, pazarlarda, kısacası her yerde gelişen bir sekteye uğratma eylemi olarak feminist grevdir. Bu benzerlik, 1970'lerde de mevcut olmakla birlikte şimdi yeniden canlanan bir perspektiften, yani yeniden üretim emeğini ve bu emeğin dünyanın Güneyinde (aynı zamanda Kuzeyin içinde yarıklar oluşturan Güneyde) enformatikleşmiş güvencesiz emek biçimleriyle çakışmasını göz önünde bulundurarak, sınıf bileşimi tartışmasını güncelleme olanağı sunuyor. Feminist grev, şiddet, sömürü ve mülksüzleştirme döngülerini kesintiye uğratarak, merkeze çoğunluğun “tatlı hayatı”nı koyuyor.
 
5. Eğilim yöntemi
Toni'nin yolculuğundan ve yazılarından bir analiz yöntemi öğrendik: Emeğin bileşimi, politik bir pratik olarak sabotaj yoluyla, sermayenin sentezini reddetme imkânını yapılandıran farklı tarihsel biçimler alır ve isyancı davranışın mikroskobik dağılımı, arzu duyulanları, mümkün olduğuna inanılanları dönüştürerek, hatta proleter bedenleri yeniden icat ederek kolektif bir öznellik biçiminde yoğunlaşır. Emek gücünün otonomisini, sermayenin komutasından otonomlaşma kapasitesini savunan bu tezin maddiliği, emeğin, yaşamın yaratıcı gücü olarak emek gücünün önce geldiği, sermayenin mantığının ise, (Marx'ın işaret ettiği) vampir metaforuna uygun olarak, sonra geldiği fikrini yayar.
Bu fikir illa kendine bir üstünlük atfetmeye yol açmaz, a priori bir zafer iddiasında bulunmaz. Fakat finansallaşan kapitalizmin en saldırgan ve mülksüzleştirici uğraklarında bile, mücadelelerin indirgenemez üstünlüğünü tanımaktan geri durmaz. Toni otobiyografisi Storia di un comunista'nın [Bir Komünistin Hikâyesi] sonunda, çocukluğunda patriyarkanın, kapitalist sömürünün ve ulus egemenliğinin insanların yaşamlarına ve zihinlerine nüfuz ettiği, faşizmin hüküm sürdüğü, yorgunluğun diğer tüm tutkulara baskın geldiği ve sert disiplinin ruhları acıya karşı duyarsızlaştırdığı dünyayı anlatır. Sonra kendine sorar: Bugün dünya yine bu hale mi geldi? Üstü kapalı da olsa, yanıtının evet olduğunu sezebilirsiniz. Madem evet, buradan nihilizmden, bir nevi topallıktan başka bir yere çıkılamaz gibi gelebilir. Oysa Toni, tam aksine, mücadelelerin üstünlüğüne ve canlı emeğin otonom gücüne olan inancıyla, bizi nihilizmin ayartıcılığının iç yüzünü görebilmek için kolektif zekâyı kullanmaya, mücadelelerin yeraltındaki izlerini sürmeye, çizdikleri kolektif vektörleri, kendini değerli kılma dinamiklerini okumaya davet ediyor. O halde asıl mesele, Gramsci’nin formülünü tersine çevirip, irademizi yok eden saldırılara karşı aklın iyimserliğini etkin kılmanın, böylece her şeyi değiştirme arzusunu canlandırmanın bir yolunu bulmaktır. Spinoza, “Bir bedenin neler yapabileceğini bilmiyoruz,” demişti, Toni buna şunu ekliyor: “Mücadelelerin neler yapabileceğini bilmiyoruz.” İşte bu yüzden, her seferinde yine zorlukları üstleniyoruz, yine cüret ediyoruz ve yine her şeyi deniyoruz.
Sevgili Toni, bugün savaşla ve her yerde mülksüzleştirmelerle sarsılan dünyanın acıları içinde, bedeninin vedasının yasını tutarken, senin yanında öğrendiklerimizi anımsamak, tuhaf ama, yüzümüzde bir tebessüme yol açıyor. Gerçekten de seninle birlikte düşünmek, korku ve umutsuzluğa karşı düşünmek demek, bir an önce kararlılığını ve hayal gücünü harekete geçirmek demek.
 
Çev. Ece Durmuş
 

[i] İtalya’nın kurşun yıllarında hakkında yürütülen kara propagandanın bir parçası olarak, Toni Negri öğrencilerini zehirleyen “uğursuz bir hoca” olarak gösteriliyordu – ç.n.
[ii] Diğer bütün konuşmaların ses kayıtları transversal.at’in sitesinde İngilizce olarak dinlenebilir: https://transversal.at/blog/irrepressible-lightness-and-joy-of-being-communist
[iv] İtalya’da Radikal Düşünce ve Kurucu Politika içinde, der. ve çev. S. Göbelez ve S. Özer, Otonom Yayıncılık, 2005, s. 287-317.
[v] A. Negri ve F. Guattari, Bizim Gibi Komünistler, çev. İ. Sümer, M. Erata ve B. Özçorlu, Otonom Yayıncılık, 2006.
[vi] A. Negri, İsyanlar Kurucu İktidar ve Modern Devlet, çev. Ebru Kılıç, Otonom Yayıncılık, 2022.
[vii] A. Negri, Devrimin Zamanı, çev. Yavuz Alogan, Ayrıntı Yayınları, 2005.
bottom of page