top of page

*Komünalizm

  • Yazarın fotoğrafı: otonomdergi
    otonomdergi
  • 16 Kas 2023
  • 9 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 9 Ara 2023

“Şimdiye kadarki tüm materyalizmin… başlıca kusuru, nesnenin, gerçekliğin, duyumluluğun, duyumsal insan faaliyeti, pratik (Praxis) olarak değil, öznel olarak değil; yalnızca nesne (Objekt) ya da sezgi biçiminde kavranmasıdır.”1 Maddeci olduklarında tarihi, tarih karşısında da maddeciliği unutan kaba materyalistler, “…insan faaliyetinin kendisini nesnel faaliyet olarak kavramaz.”2 Marx’ta nesnellik, bir objektivite değil; duyumsal insan faaliyeti, etkinlik ve pratiktir. Gerek metafizik gerekse yapısalcılık ve pozitivizm, “öznellik” kavramını aşkınlaştırır. Metafizik, öznelliğin bu aşkınlığını olumlarken, pozitivizm olumsuzlar. Marx’ta ise, “öznellik” içkinliktir. Öznellik, maddi, pratik bir eylemselliktir. Marx, öznellik kavramını, kavramlar dünyasının aşkınlığından sökerek duyumsal insan pratiğinin nesnelliğine içkinleştirir. Marx’ta, “Tutku, kendi nesnesine doğru yılmadan yönelen insanın özsel gücüdür.”3 “Tarih, insanın gerçek doğal tarihidir.”4 Bu bağlamda “öznellik”, insanın kendi pratiği üzerine eylemliliğidir. Metafiziğin ve pozitivizmin kurucu güç olarak taptığı analitik “özne” ve “nesne” ikiliği, Marx’ın öznelliğinde yok olur. Tarihsel materyalizmin nesnelliği, sınıfsal öznellikler pratiğinin politikliğinin çözümlenmesidir.
Spinoza’da, insan ilişkiselliktir. Marx’ta ise, emek ilişkiselliktir. İnsan ya da emek, değiştiren, değiştirirken dönüşen, oluş içindeki yaratıcılığın yıkıcılığında, ölçülemez varlıktır. Spinoza’da, conatus, bir şeyin kendi varlığını korumak ve sürdürmek için girdiği çaba; Marx’ta, insanın özsel gücü tutku ve ilişkisel doğası tarihtir. İlişkisel bir varlık olan insan ya da emek, tarihsel ilişkisellikte oluş ve kuruluştur. Bu bağlamda, emek politiktir; politiklik, emeğin maddi oluş ve kuruluşuna içkin tarihsel doğasıdır. Emeğin politikliği, tarihe içkin öznelliğin nesnelliğidir.
 
Sınıf Olarak Tahakküm: Sermaye
 
Emek, toplumsal değer üretme gücü olarak yaratıcı bir güçtür. Toplumsal ilişkilerin tarihselliğine göre, bu yaratıcı güç, bir değer üretme biçimi ilişkisi altında özneleştirilir. Sermaye, yaratıcı güç olan emeği, politik olarak mülksüzleştirme pratiğinin tarihsel olarak aldığı biçimin bir ifadesidir. Sermaye, emeğin yabancılaşmış biçimidir; emeği, ücretli emek altında sınıflaştırarak metalaştırma pratiğidir. Diyalektikte varlığın kendini olumlama pratiği, olumsuzlamanın olumsuzlanmasıdır. Bu diyalektik yasa, varlığın kendini olumlamasının olmazsa olmaz doğasıdır. Bir varlık olarak sermaye, kendisini ücretli emekte olumsuzlayarak; ücretli emek de, sermayede kendini olumsuzlayarak olumlar. Bu bağlamda ücretli emek, emeğin sermayeleşmiş biçimidir. Yaratıcı emeğin yarattığı ürün, özel mülkiyet altında metalaştırılarak sermayeleştirilir. Sermayeleşmiş meta, emeğe karşı yabancı bir güç olarak durur. Yabancılaşmış bir güç olarak duran sermayenin bir biçimi olan meta üretimi, emeği mülksüzleştirme pratiğidir. Bu bağlamda emeğin yaratıcı gücü, mülksüzleştirme pratiği içinde güçsüzleşir. Marx’ın artı-değer teorisinde üretken emek, emeğin ücretli emek altında sermayeleşmiş biçimidir. Üretken emek kavramını olumlamak, emeğin sermayeleştirilmiş biçimi olan ücretli emeği olumlamaktır. Biz komünistlerin olumlaması gereken kavram, üretken emek altında emeğin politik olarak mülksüzleştirilmesinin karşısında, “yaratıcı emek”tir. Varlığın olumlama pratiğinin diyalektiği olan olumsuzlamanın olumsuzlanması, diyalektiğin bir başka yasasına geçer: karşıtların birliği. Sermaye ile ücretli emek arasında, karşıtların birliği yasası işler. Ücretli emek sermayenin, sermaye ücretli emeğin olumsuzlama pratiğidir. Birinin varlığı diğerini varsayar. “Aynı zamanda hem ücretli emeğin korunmasını hem de sermayenin ortadan kaldırılmasını istemek, demek ki kendi içinde çelişkili ve kendi kendini çürüten bir taleptir.”5 Bu bağlamda, sermaye ile ücretli emek arasındaki çelişki antagonist değildir. Bu çelişkinin getireceği çatışma, toplumsal bir antagonizmayı oluşturmaz. Antagonizma kavramının felsefi temellendirilişi, politik farklılığımızın özüdür. Marx üzerine düşünürken ortaya iki eğilim çıkar. Birincisi Marx’ın nesnelci, yasacı, determinist ve erekselci yorumu, ikincisi ise Marx’ın öznelciliğidir. Marx, 1848 devriminin değerlendirmesinde, 1848 devriminin sınıflar mücadelesinin antagonist çatışmasının, tarihsel olarak kapitalizmin üretici güçleriyle üretim ilişkileri arasındaki antagonistleşmemiş, olgunlaşmamış çelişkisine çarptığını ifade eder. Kökleri, Marx’ın 1848 devrimini değerlendirmesinde yatan ve Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı kitabının önsözüne dayanan determinist ve erekselci Marksistler açısından, iki antagonizma vardır: birincisi, sınıflar arasında başından itibaren var olan antagonizma; ikincisi, tarihsel olgunlaşmaya bağlı üretici güçlerle üretim ilişkisi arasındaki antagonizma. Determinist ve erekselci Marksizm, birinciyi ikinciye tabi kılar. Bu durum, antagonizmanın diyalektik yorumunun kaçınılmaz sonucudur. Kriz teorileri de, bu yanlış yorum üzerine kurulur. Devrim, sermayenin krizlerine gömülür. Oysa, böyle bir ikilik yoktur; tek bir antagonizma vardır. Komünist devrimin krizi, sermayenin krizine bağımlı değildir. Tam tersine, sermayenin krizlerinden bağımsızlaşan emeğin kendini olumlama pratiğinin öznelliğinin yarattığı politik krize bağlıdır. Determinist ve erekselci Marksizmde, emek ile ücretli emek aynıdır. Sermayenin tarihsel krizi, üretim ilişkilerinin üretici güçleri geliştirebilme yeteneğini yitirmesidir. Bu tarihsel momentte, üretici güç olan ücretli emek yıkıcı güce dönüşür. Bu kriz olgunlaşmadan devrimci çalışma yapmak doğru değildir. Taktiksel olarak reform talepleriyle çalışma yapmak meşrudur. Oysa, emek ile ücretli emek aynı şey değildir. Emek başından itibaren uzlaşmazdır; politik öznelliğinde toplumsal antagonizmayı üretir.
Sermayenin, emeği ücretli emek altında sınıflaştırma ilişkisi olduğunu ısrarla yeniden tekrarlayalım. Sermaye, emeği ve onun ürünlerini yönetme gücüdür. Yaratıcı emeğin ürünlerini özel mülkiyet altında gasp etmektir. Sermaye, yaptırma gücünü yapma gücüne dönüştürmektir. Politikliği varlığın kendini olumlama pratiğinin öznelliği olarak düşündüğümüzde, sermayenin politikliği, kendini olumlama pratiğinin diyalektiğine içkindir. Bir başka deyişle, sermayenin politikliği, bir sınıf olarak varlığının sürekli üretiminin ve yeniden üretiminin öznelliğidir. Sermaye, bir sınıf olarak var olduğu sürece vardır. Sınıfsal var oluşu, toplumsal emeği sürekli ücretli emek altında sınıflaştırmasına bağlıdır. Sermaye, parçalar, böler ve sınıfsal çatışmalar içinde devinir. Bu bağlamda diyalektik, sınıfsallaştırma pratiğinin politik felsefesidir.
Sermayenin kendini olumlama pratiğinin politikliği, sınıflaştırmaya ve bu sınıflaştırılmış sınıfların arasındaki güç çatışmasına oturur. Sermaye, emeği ücretli emek altında sınıflaştırmakla yetinmez. Ücretli emeği, kapitalizmin üretimi ve yeniden üretiminin gücü olarak özneleştirir. Bu durum, politikliği, ücretli emek ve sermaye arasındaki çelişki üzerinde yükselen çatışma içine kapatır. Bir sınıf olarak sermayenin sınıfsal çıkarını toplum çıkarı olarak örgütlemesi, emeğin politikliğini ücretli emeğin politikliğine kapatarak tasfiye etmesi ve politik olarak mülksüzleştirmesi pratiğidir. Bu bağlamda, ücretli emeğin politikliği üzerinden yürütülen bir “emek” siyaseti burjuvadır. Sermayenin modernizm dönemi, emeğin politikliğinin ücretli emek siyaseti üzerinden yürütülmesinin tarihsel deneyimidir. Sendikalaşma, partileşme, hukuk devleti, devletin demokratikleşmesi, öz olarak burjuva demokrasisi üzerine oturtulmuş “muhalif” bir emek siyasetidir. Bu siyasetin devrimci olup olmaması, sermayenin olumlama pratiğinin diyalektiğine içkin çelişkilere, çatışkılara ve krizlere bağlıdır. Modernizm döneminde sermayenin krizlerinin üstesinden gelecek güce sahip emperyalist ülkeler, emeğin politikliğini ücretli emeğin siyasetinde reforme ederken; üçüncü dünya ülkelerinde ücretli emeği politik bir sınıf olarak kuran bu siyaset, burjuva devrimlerini üstlenen proletaryanın devrimci gücüne dönüşmüştür. Emperyalizm dönemindeki zayıf halka teorisinin özü budur. Emeğin politikliği, ücretli emeği bir sınıf olarak kurmaktan geçmektedir. Marx’ın döneminde, asıl olan devrimcilik komünist bir devrimle özdeş iken; emperyalizm döneminde, asıl olan devrimcilikle komünistlik arasındaki mesafe iyice açılmıştır. Devrim kavramı, toplumsal devrimin politikliğine içkinken, siyasal devrimle sınırlandırılarak aşkınlaşmıştır. Artık komünizmin politikliği toplumsal devrim değil, siyasal devrimden sonra gelen toplumsal bir evrimdir. Kavramlar yer değiştirmiştir: toplumsal özgürlük yerine siyasal özgürlük, toplumsal bağımsızlık yerine siyasal bağımsızlık, toplumsal eşitlik yerine siyasal eşitlik, toplumsal kurtuluş yerine siyasal kurtuluş… Toplumsal olanla siyasal olan arasındaki mesafe, politik olarak gittikçe açılmış ve emeğin politikliği, toplumsallığa yabancılaşmıştır. Artık emek, bir sınıf olarak kendini kurmanın siyasetine kapatılmıştır. Lenin’in söylediği gibi, “Biz devletiz!”6 Lucas’ın ise tersten söylediği gibi, “Sınıf, diktatörlüğünü kendine yöneltmiştir.” Emeğin politikliği, bir iktidar sorunu olmanın ötesinde, bir iktidar teorisine dönüşmüştür. İktidar teorisi, bir sınıfın politikliğini diğer sınıfları yönetebilmesine içkinleştirmektir. Devrim kavramı aşkınlaştırılmıştır. Devrim kavramı, emeğin politikliğine içkinleştirilerek devrimcileştirilmelidir.
 
Sınıf Olmayan Güç: Emek
 
Marx’ta, emek kavramı ile ücretli emek kavramı özdeş değildir. “Emek kendine ve ücrete ayrışır. İşçinin kendisi bir sermaye, bir metadır. Karşılıklı düşmanca karşıtlık.”7 Ücretli emek, sermaye tarafından sınıflaştırılmış sosyolojik bir sınıftır. Ücretli emek, sermayenin üretici gücüdür. Politik sınıfsal karakteri ise reformizmdir. Reformizmin sınıfsal temeli, küçük burjuva değil ücretli emektir. Keynesyen sosyal devlet, refah devleti, devletin demokratikleştirilmesi söylemleri, emeğin politikliğini ücretli emeğin siyasetine kapatmaktır. Bu bağlamda ücretli emek, sermaye karşısında antagonist bir sınıf değildir. Bernstein’den gelen, Laclau ve Mouffe ile devam eden radikal demokrasi siyasetinin tözü budur.
Emek, ücretli emek karşısında sınıf olmayan gücü, sermayenin sınıflaştırmasına karşı sınıfsızlaşmayı ifade eder. Emek, sınıflaşmış sermayenin üretici gücü olan ücretli emek ve sermaye karşısında, sınıfsızlaşmanın yaratıcı gücüdür. Bu bağlamda sınıf olamayan güç, sınıflaştırmaya karşı sınıfsızlaşmanın yıkıcı gücü, üretici güçlerin gelişimine içkindir. Bu bağlamda emek, başından itibaren sermaye karşısında antagonist bir güçtür. Emeğin politikliği, sınıflaştırmaya karşı sınıfsızlaşma antagonizmasına içkindir. Ücretli emeğin sınıfsallığı sosyolojik iken, emeğin sınıfsallığı politiktir. Ücretli emeğin kendini olumlama pratiği, sermayenin olumsuzlanması üzerinden kendini olumlamaktır. Emeğin olumlama pratiği ise, kendini olumlama pratiği üzerinden isyandır. Sermaye kavramı karşısında, ücretli emek muhalefeti, emek ise devrimi temsil eder. Sermayenin olumlama pratiğinin öznelliği diyalektik iken, emeğin olumlama pratiğinin öznelliği diyalektik değildir. Emeğin olumlanması, bütün sınıflaştırma pratiğini sınıfsızlaştırma politik pratiği ile kilitlemek ve yıkmaktır.
“Komünist devrim… çalışmayı ortadan kaldırır ve bütün sınıfların egemenliğini sınıfların kendileriyle birlikte ortadan kaldırır; çünkü bu devrim, artık toplum içinde bir sınıf işlevi görmeyen, artık toplum içinde bir sınıf diye tanınmayan, ve daha şimdiden artık bugünkü toplum içindeki bütün sınıfların, bütün milletlerin, vb. yok oluşunun ifadesi olan bir sınıf tarafından gerçekleştirilir.”8 Marx için proletaryanın önemi burada yatar. Marx için proletaryanın önemi, toplumsal olarak en yoksul, en ezilen sosyolojik sınıf olmasından değildir. Proletaryanın Marx için önemi tarihseldir. Sınıf olarak kendini reddetme politikliğine sahip tek güç olmasıdır. Proletaryanın politik önemi, bu bağlamda sosyolojik olarak sınıf çıkarına bağımlı değildir. Proletaryanın politikliği yalnızca kapitalizme değil, bütün sınıflara, bütün sınıfsal tarihe, bütün sınıflaştırma ilişkilerinin üretim ve yeniden üretimine meydan okumadır. Bu meydan okuma, sınıfsallaştırmaya karşı sınıfsızlaşma pratiği, emeğin politik öznelliğinin kuruluşudur.
 
Emeğin Politikliği: Komünalizm
 
Geldiğimiz bu noktada, politik olan ya da “politik” kavramı üzerinde yeniden düşünmemiz gerekiyor. Solun yüzleşmesi gereken eşik, bu sorunsal alandır. Varlığın kendini olumlama pratiğinin öznelliğini, politikliğin tanımı olarak ele alabiliriz. Emeğin kendini olumlama pratiğinin öznelliğinin kuruluşunun sermayenin kendini olumlama pratiğinin öznelliğiyle antagonistliği göz önüne alındığında, emek ve sermayenin politikliği antagonist farklılık taşır. Sermayenin öznelliği, sınıf olarak var olmaktır. Bu sınıfsal varlığını, ancak toplumsal ilişkileri sınıf üretme ilişkisi olarak üretmek ve yeniden üretmek üzerinden sürdürebilir. Sermaye için politik olan, sınıfsal ve sınıflar arası iktidar savaşıdır. Bu bağlamda, bir sınıfın politik gücü ya da varlık gücü iktidar olmaktır. İktidar, sınıfsal varlığın ontolojisine içkindir. Bu bağlamda sınıfın varlığı, sınıfsallaştırdığı diğer sınıf ve sınıfları tahakküm altına almaktır. Sınıfsal çıkarını toplum çıkarı olarak örgütleme iktidar eğitimi bunun ifadesidir. Kendiliğinden bir sınıftan, kendisi için bir sınıfa dönüşmek isteniyorsa iktidar olmak zorunluluktur.
Varlığı sınıf olmaktan geçen bir güç için en önemli olanak, diğer sınıfları tahakküm altına alabilecek aşkın iktidar alanını “özgürleştirmek”tir. Ekonomi-politikçilerin ve liberallerin siyasal özgürlük söylemiyle savundukları burjuva demokrasisi bunun ifadesidir. Tam bu noktada, siyasal alan ile toplumsal alan ayrımı yapılır. Toplumsal eşitsizlik, siyasal eşitlik altında meşru sayılır. Egemenlik, toplumsal alandan siyasal alana taşınır. Sermaye için egemenlik, toplumsal tahakkümü kuran aşkın iktidar alanıdır. Bunun kuruluşu temsiliyettir. Toplumsal alan, egemenliğini temsiliyet aracılığıyla siyasal alana devreder. Bu bağlamda, sermayenin kurucu gücü, siyasal alan olan aşkın iktidardır. Bir iktidar, bir tahakküm ilişkisi olan devlet, sermayenin kurucu gücüdür. Devlet, sınıfsal tahakküm ilişkisinin ötesinde, sınıfsal üretim ve yeniden üretim ilişkisidir. Bu noktadan itibaren, siyasal kavramı toplumsal kavramının önüne geçer ve toplumsal kavramını ezer. Artık tarihi kuran ve yazan iktidarlardır. Sermaye için, iktidar olmak bir erdem ve onurdur.
Emek, kendi egemenliğini temsiliyetle siyasal alana devretmeye ihtiyaç duymaz. Bu egemenlik toplumsal olarak kendine aittir. Toplumsal alana aşkın olan siyasal alana, bu bağlamda iktidara ihtiyaç duymaz. Çünkü emeğin ontolojik varlığı, toplumsal bir sınıf olmaktan geçmez. Sınıf olmak, onun toplumsal dokusunda ve doğasında yoktur. Emeğin kendini olumlama pratiğinin öznelliğinin ontolojisi, sınıfsızlaşma politikliğine içkindir. Bu bağlamda emeğin politikliği, toplumsal sınıf olmak ve toplumsal sınıflar arası didişmenin üretimi ve yeniden üretimine bağlı değildir. Emeğin politik öznelliği, sermayenin politik öznelliğiyle başından itibaren antagonisttir. Çarpışan, sosyolojik sınıf çıkarı ve talepler değil, iki farklı hayatın çatışmasıdır.
Sermayenin politik gücü toplumsal gücünden gelir: para, bilgi, kurumsal örgütlülük ve iktidar. Emeğin politik gücünü veren toplumsallığı ise yoktur. Emeğin sermaye karşısındaki tek gücü, sınıflaştırma karşısında, kaçış, direniş, isyan ve devrimdir. Sermaye tahakkümünde hayatını üretir ve korurken, emek isyanında hayatı arzu eder. Bu bağlamda, emeği sınıflaştıran direnişidir. Sermaye, emeğin toplumsal sınıf olmasını ister. Emek, toplumsal olarak sınıf olmak istemez. Sermaye, emeğin siyasal alanda sınıf olmasını istemez; emek, siyasal alanda sınıf olmak ister. Emeği sınıf olarak kuran, toplumsallığı değil siyasallığıdır. Emek, sınıf olmayan sınıftır. İktidarı ele geçirmek için değil, yıkmak için sınıftır. Emek, iktidarı geliştirip sınıf olmayı üretmek için değil, kendisini politik bir sınıf olarak reddetmek ve sınıf kavramını yıkmak için devrimcidir. İktidar olmadan dünyayı değiştirmek, iktidarı yıkmadan dünyayı değiştirmek anlamında değildir. Toplumsal egemenliğimizde sınıf olmadan dünyayı değiştirmektir. Proletarya diktatörlüğünden anladığımız budur. Proletarya diktatörlüğü, iktidar olmak için, sınıf olmak için değil, iktidarı yıkan, her türlü sınıf üretme ilişkisini reddeden devrimin örgütlü şiddetidir. Bizim için proletarya diktatörlüğü giyotini yakan “komün”dür.
Neden komünalizm? Biz burada komünalizmi, komünizm kavramına karşıt olsun diye kurmuyoruz. Tam tersine, komünizmin içkin kuruluşunun politikliğine biz komünalizm diyoruz. Sermayenin olumsuzlanması üzerinden emeğin olumlanması değil, emeğin olumlanması üzerinden sermayenin yıkılması üzerine düşünüyoruz. Politiklik kavramını, emeğin kendi öznelliğinin kuruluşu bağlamında alıyoruz. İçkin güç toplumsallık ile aşkın iktidar siyasallık karşıtlığından, içkin güç toplumsallık olarak komünalizmi önemsiyoruz. Politikliğin toplumsal sınıflaşma pratiği olarak görülmesini reddediyoruz. Politikliğin sınıflaşma olarak görülmesini, tam da emeğin politik olarak mülksüzleştirilmesi olarak okuyoruz. Emeğin politikliğini, sınıflaşma değil sınıfsızlaşma pratiği olarak kuruyoruz. Bu sınıfsızlaşma pratiğini determinist, ekonomist ve ereksel nedenlerle yarınlara erteleyen yaklaşımları reddediyoruz. Sınıfsızlaşma pratiğini, emeğin kendini olumlama ve değerli kılma öznelliğinin bugününe içkin oluş ve kuruluşu olarak görüyoruz. Komünalizm, komünizmin içkin kuruluşudur. Devrim kavramının devrimcileştirilmesidir. Direnişe içkin karşıdan kuruculuktur. Komünalizmi, iktidar için değil hayat için devrimi istemek olarak düşünüyoruz.
Komünalizmin kurucu gücü, öznesi kimdir? Komünalizmin kurucu öznesi, sosyolojik bir sınıf değildir. Her devrimin sınıf bileşimini kuracak olan siyaset, devrim kuramının özüdür. Düne kadar sosyolojik sınıf çıkarlarını birleştirerek bir güç haline getiren siyasal demokrasi, siyasal bağımsızlık, siyasal özgürlük ve siyasal eşitlik söylemi, işçi sınıfını devrimci bir güç olarak örgütleme yetisini yitirmiştir. Sınıf ittifakı üzerinden bir sınıf bileşimi beklentisi sonuç vermemektedir. Artık sınıf bileşimini kuracak olan söylem sınıfsızlaşma siyasetidir. Toplumsal bağımsızlık, toplumsal özgürlük, toplumsal eşitlik ve toplumsal kurtuluştur. Sınıfsızlaşma siyasetinin kurduğu özne çokluktur. Çokluk, sosyolojik olarak ölçülebilir bir sınıf, siyaseten ise sınıf ittifakı değildir. Çokluk, politik bir güç, bir sınıf olarak kurularak görülebilir. Çokluk, sınıf kavramıdır. Fakat, üretken emek kategorisinde sınırlanan işçi sınıfı kavramını içererek aşan bir sınıftır. Komünalizmin kurucu öznesi olan çokluk, sınıfsızlaşma siyasetinin kurduğu ölçülemez sınıftır. Çokluk, bugüne içkin komünalist otonomi ve komünizmdir.
 
Yazar: Cengiz Baysoy

1 Marx, Feurbach Üzerine Tezler, Ludwig Feurbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu, Sol Yay., 1992, s. 61.
2 a.g.e., s. 61.
3 Marx, 1844 Elyazmaları, Sol Yay., 1993, s. 226.
4 a.g.e., s. 226.
5 Marx, Grundrisse, Birikim Yay., 1979, s. 399.
6 Lenin, Lenin’in Son Kavgası, Öteki Yay., 1999, s. 45.
7 Marx, 1844 Elyazmaları, Sol Yay., 1993, s. 162.
8 Marx, Engels, Alman İdeolojisi, Sol Yay., 2004, s. 66.
bottom of page