*Aşırı İhtimam/Dikkat Gerektiren Grev- Dört Hipotez
- otonomdergi
- 8 Mar 2024
- 18 dakikada okunur
"Zira bakım eve özgü değil, kamusal bir meseledir ve çatışmayı ateşleyen fitildir."
Yazar: Precarias A la Deriva Kolektifi

Cinsiyet, bakım ve ilgi, önceden var olan şeyler değil, aksine geleneksel olarak kadınlara atfedilen, tarihsel olarak belirlenmiş toplumsal duygulanım katmanlarıdır.
Birer katman olan cinsiyet ve bakımın tarihi çok eskilere dayanır. Neredeyse Hıristiyanlığın başlangıcından itibaren, her ikisi de iki kutuplu feminen bir modelle ilişkilendirilmiştir; bu modelin (olumlu) tarafında erdemli kadın, Tanrı’nın annesi Meryem Ana, (olumsuz) tarafında ise Kıyamet’in büyük günahkârı, ahlaksız, fahişe Havva yer alır. Çok geçmeden bu kutuplardan ilki, Bakire Meryem’le ve bakımla ilişkilendirilen annelik ve bekâret olmak üzere iki seçeneğe dönüşürken, Havva ve takipçileri (Mecdelli Meryem, Pelagia, Tais...) cinsel olarak etkin kadın klişesi haline gelir, değersizleştirilir ve bu şekilde damgalanır.[1] Kuşkusuz, bu iki kutupluluk, zaman içinde varlığını sürdürür, uzamda genişler önemli farklılıklar gösterir ve toplumsal sınıflara, coğrafi bölgelere, somut kültürel bağlamlara vb. göre farklı şekillerde zayıflamış olarak ortaya çıkar, ama şu da kesindir ki kapitalizmin hakim üreme idealine dönüştürdüğü burjuva çekirdek aileyle mükemmel bir ortak yaşam oluşturur ve Betty Friedan’ın “kadınsı gizem” dediği şeyin üretilmesine katkıda bulunur: İyi kadın için fahişe öyle bir negatif yansıma haline gelir ki, anne ve eş ya da başkalarına boyun eğen bekar bakire olarak nitelenen iyi kadın doğru yolda olup olmadığını anlamak için hep o fahişeye bakar.
Aydınlanmanın yanı sıra sanayileşme ve (nüfusun “hijyenine” yönelik artan bir kaygıyla bağlantılı) kentleşme süreçleri kadın cinselliğinin kontrol altına alınmasında dini yaptırımların yerini yasal yaptırımların aldığı kademeli bir geçiş sürecine yol açtı ve bu geçiş süreci birçok ülkede (ABD, İngiltere, Avustralya...) cinsel hizmetlerin para karşılığında mübadele edilmesine dair düzenlemeyi de içeriyordu. Fahişeliğin bugün bildiğimiz şekliyle, yani patriyarkal kapitalizmin işbölümü içinde ayrı bir yer tutan bir uğraş ya da meslek olarak ortaya çıkması ve belirli mekân ve öznelerle sınırlandırılması (işçi ve köylü kadınlar için ara sıra başvurulan bir kaynak olmaktan çıkması) bu şekilde gerçekleşti.[2] Böylelikle fahişe ile iyi kadın arasındaki sınırın, her zamankinden daha katı bir şekilde inşa edilmesi sürüp gitti.Bu nedenle, eğer bir kadın yolunu kaybetmişse[3] (ya da garip bir cinselliği varsa, bekar bir anneyse ya da sevişmeyi seven biriyse) fahişe olarak adlandırılıyordu ve böylece diğer seçeneklerden (açıkça, saygın eş ve anne işlevlerinden) dışlanıyor, bu ikisi arasına net bir ayrım koyuluyordu. Yolunu kaybeden bir kadın, başta bu meslekle uğraşmıyor olsa bile, çok kolay bir şekilde bu mesleği yapabilirdi. Dolayısıyla fahişeler, ya evlilik piyasasının (tek eşli, üreme ve tabiiyete bağlı “normal” ilişkilerin) dışında tutuldu ya bir kuruma (hapishane gibi) kapatıldı ya da sokağa atıldı.[4]
Farklılaşan bir faaliyet olarak ilgi[5] ise yeni bir unsur oluşturur. Feminen modellerle olduğu gibi tarihsel olarak kadınlara ayrılmış somut faaliyetlerle de (seks kadar bakım alanlarında da) ilişkilendirilen bu dinleme ve empati becerisi, özel bir işlev olarak yalıtılıp tele-pazarlama, tele-satış, tele-yardım, müşteri hizmetleri gibi farklı şekillerde yeni yeni gelişmekte olan ilgi endüstrisi için kullanılıyor. Böylece zamanın ölçülmesiyle belirlenen para karşılığında mübadele edilen ilgi, kalıcı ilişkiler, güven ve işbirliği üreterek somutlaşmış iletişimden ayrılıp, işlevselleştirilmiş ve yatırım yapılmamış bir kod (kelimeler ve jestler) mübadelesine dönüşür. Bu anlamda, tele operatörlerin anlattığı hikayeler durumu yeterince ifade eder. Buna göre mesele her şeyden önce dinlemek, gülümsemek (zira telefonun diğer ucundaki kişi sizi göremese bile telefonla konuşurken gülümsemek, sesinizin kulağa daha hoş gelmesini sağlar) sonra da tüm bunları bir başkasına aktarmak, onu bunlarla oyalamaktır (derivar)... ya da sadece, onlara bir mazeret sunmaktır. Düzenlediğimiz bir derivarda[6] yoldaşlarımızdan biri bize şöyle bir şey anlattı: “Elinizden gelenin en iyisini yapmaya çalışsanız da, işiniz o değilse doğru yapamazsınız. O zaman bir şeylere katlanmak gerekiyor. Bu çok zor, çünkü birisi size gerçekten üzen bir şey söylüyor. Siz telefon hatlarının iki gün boyunca kesik olacağını bilmenize rağmen onlara ‘Bakın, en iyisi mi siz aldığınız hizmeti iptal edin çünkü bu şirket sorununuzu çözmeyecek’” diyemiyorsunuz: Bu durumda tek yapabileceğiniz mazeret bildirip, sorunu çözmek için elinizden geleni yapacağınızı söylemek oluyor.”[7] Böylelikle empati, nezih bir telefon gülümsemesine indirgeniyor.
Şehirde yaptığımız seyahatler, güvencesizleştirilmiş gündelik hayatımıza dair sorgulamalarımız ve başkalarına sorular sormak, tüm bu yaşananları sanki birbirinden ayrıymış gibi dillendiren ifadeleri terk etmemize ve iletişimsel cinsiyet-ilgi-bakım sürekliliğini göz önüne alan bir bakış açısıyla düşünmemize yol açtı.
İletişimsel diyoruz çünkü bu üç unsur (cinsiyet, ilgi ve bakım) ilişkiler yaratır, bunlar bedensel iletişim biçimleridir. Peki buna neden süreklilik diyoruz? Bir yandan, somut ve gündelik pratiklerde, katmanlaşmanın altında, donmuş imgelerin dışında, her zaman herhangi bir ikondan daha karmaşık ve akışkan olarak var olan ve süreklilik arzeden unsurları açıkça vurgulamak için süreklilik ifadesini kullanıyoruz. Böylece, bu katmanların varsayılan doğallığına meydan okumaya, çapraz ittifak ve çatışma olanaklarını geliştirmeye çalışıyoruz. Başka bir yerde de söylediğimiz gibi: Sermaye değer sızdırmak için toplumsal olanı parçalar, biz ise onu geliştirmek için bir araya gelip mümkün başka yerlere yönlendiririz.”[8]
Öte yandan, bir süreklilikten bahsediyoruz çünkü kadınların (ve genel olarak toplumsal cinsiyetlerin) geleneksel sabit konumlarının daha hareketli hale geldiğini ve bununla birlikte yeni konumların yaratıldığını fark ediyoruz. Artık ne fahişe sadece bir fahişedir, ne de aziz anne sadece bir aziz ya da sadece bir annedir. Tele-pazarlama firmaları ve bu sektördeki sendikalar, kendine özgü eğitim süreçleri yoluyla, ilgi işinin farklılaşmış bir meslek olması yönünde baskı yapıyor. İşte atenta[9] denilen şey, işin (bireysel ve kolektif) kimliği düzenleyen bir unsur olmaktan giderek uzaklaştığı bir uğrakta, dinleme ve (başka bir telefona, hizmete, önceki müşteriye veya müşteri temsilcisine) aktarmanın profesyonel şekilde yapılmasıyla ortaya çıktı. Bu pozisyonun bu şekilde pıhtılaşıp pıhtılaşamayacağını göreceğiz.
Şimdi mevzuya biraz daha dikkatle bakalım ve cinsiyet, cinsellik ve bakım (ya da daha genel olarak üreme) arasındaki bağın nasıl yeniden yapılandırıldığını, bakımın yeniden nasıl düzenlendiğini, cinsiyetin çizilen sınırların ötesinde ticari bir mübadele olarak nasıl ortaya çıktığını ve bunun ilgi endüstrisiyle ilişkisini tane tane ele alalım. İhaleyi arttıran var mı?[10]
“Cinsel sözleşme” denen o kendine özgü tuhaf sözleşme türünün ne kadar çeşitlendiğini görüyoruz. Patriyarkal heteroseksüel modelden çıkan geleneksel evlilik ve fuhuş sözleşmelerine, hergün başka başka sözleşmeler, sözgelimi (çocuk sahibi olamayan çiftlerin başvurduğu) taşıyıcı annelik veya (özellikle Güney ülkelerinde rastlanan, işe aldığı kişiyle evlenmek[11], eşcinsel evlilik, kağıtsız kişiler ile vatandaşlar arasındaki dayanışma amaçlı evlilikler gibi) yeni tür evlilik sözleşmelerinin yanı sıra, cinsiyet, cinsellik ve üreme arasındaki klasik düzenlemeden kopan diğer sözleşme türleri de ekleniyor. Bekleneceği üzere, sözleşme türlerindeki bu dönüşümün gerçek hayatta bir karşılığı var. Bu dönüşüm, Fordist çekirdek aile modelinin krize girmesiyle birlikte, tek ebeveynli veya çoklu ebeveynlerden oluşan hanelerin, ulusötesi ailelerin, kan bağı olmayan grupların oluşturduğu başka birliktelik ve birlikte yaşama biçimlerinin yaygınlaşmasıyla açıklanabilir.
Benzer şekilde, diğer yoldaşlarla birlikte bir kriz[12] ama aynı zamanda (bakım işini herkes için daha adil bir bakım talebiyle birleştirecek bir toplumsal dönüşüm) fırsatı olarak gördüğümüz bakım meselesinin örgütlenme sürecinde güçlü değişimler yaşanıyor. Biz de hep birlikte bakım krizinin ayırt edici yönleri hakkında kapsamlı konuşmalar yaptık.[13] Metni çok uzatmamak için, bu konuşmalardan çıkardığımız fizyonomiye dair dört önemli unsuru sıralamakla yetineceğiz. Öncelikle, iyi ya da kötü, vatandaş olarak kabul edilen herkesin bir dizi hakka erişimini güvence altına alan Refah Devletinden, kadınların (bazen erkeklerin) somut emeğinin “gönüllülük” adı altında ve/veya süreli ve güvencesiz sözleşmelerle geçiştirildiği ve giderek genişleyen “üçüncü sektöre” ait “risk yönetimine” (daha doğrusu, risk taşıyan öznelerin kontrol altına alınması sürecine) geçiş, üst düzeyde bir gerilim ve sorumluluk taşımaktadır.
İkinci unsur, evin dışarılaştırılmasıdır. Daha önce evde yapılan işlerin çoğu artık piyasa sayesinde çözülüyor ve evdeki emeğin niteliklerinin çoğu bugün işlevsel bir tarzda şirketleşmiş şehir hayatının içine sızıyor. Eskiden çocukların yardımıyla annelerin, işten eve dönen erkekler için kendi elleriyle hazırladığı yemeklerin yerini, hazır gıdalar ve önceden pişirilmiş yemekler alıyor; genellikle Doğu ya da Güney ülkelerinden gelen ve çoğu zaman sınırsız mesaiyle ve çok düşük maaşlarla çalışan kadınlarla yapılan sözleşmeler[14], ev işlerinin yükünü hafifletmeye, kadınları ev dışındaki diğer çalışanlarla uyumlu hale getirmeye katkıda bulunan yaygın bir olanak haline gelirken, aynı zamanda Güney’deki birçok ülkede yaşamın sürdürülemez olmasından kaynaklı krizin, Güney ile Kuzey arasında duygulanımsal olarak aktarılmasını sağlayan bir geçişi devam ettiriyor; Tekstil endüstrilerinin üretim maliyetlerinin çok daha düşük (ve sömürü düzeylerinin çok daha yüksek) olduğu ülkelere taşınmasıyla birlikte giysilerin aşırı ucuzlaması, evde örme, dikiş ve yama yapma ihtiyacını ortadan kaldırıyor; birçok işle uğraşmak durumunda olup da onlarla başa çıkamayan anne babaların yardımına koşsun diye babaannelere, anneannelere acil telefonlar açılıyor, böylece bu yaşlı anneleri yalnızlığa karşı koruyarak muhabbet edebilecekleri, deneyimlerini gösterebilecekleri bir alan sunuluyor; karşıt çıkarları uyumlaştırmak, arzuları sezmek, farklı gerekliliklere dikkat etmek, başkalarının sorunlarını çözmek gibi ev kadınının geleneksel becerileri şirkete aktarılıyor ve bu becerilere sahip olanlar, başka koşullarda büyük ihtimalle çökecek olan ağ tipi örgütlenmiş iş ortamında doğal ve akışkan görünen bir atmosfer yaratmak için tüm ustalıklarını gösteriyor… Bunlara benzer daha pek çok örnek verilebilir. Tüm bunlar, Donna Haraway’in evin dışındaki ev ekonomisi olarak adlandırdığı şeyi ifade eder.[15] Fakat yanılgıya düşmemek gerek, evin bu şekilde dışarıya taşınması, bakım emeğinin piyasa tarafından tamamen soğurulduğunu varsaymaz. Yaşamı sürdürülebilir kılan bu koordinasyon ve somut görevlerin önemli bir kısmı, öncelikle kadınların zihinleriyle, yürekleriyle ve oluşturabilecekleri ağlarla yaptıkları karşılığı ödenmeyen işler olarak halen devam ediyor; kadınlar karşılığı ödenmeyen bu işleri artık sadece özel alana kapatılmış bir halde değil, evler dahil her yeri, bölgeleri ve ülkeleri kat eden ve yeri geldiğinde telefon hattı ve modem üzerinden işleyen karmaşık bir ağ içinde yapıyor.
Üçüncü unsur olan bakım krizinin fizyonomisi ile devam edelim. Bu unsur, ücretlendirilmeyen bakım sorumluluğu üstlenmek için gerekli zaman, kaynak, tanınma ve arzunun eksikliğidir; emek süreçlerinin düzensizleştirilmesi ve esnekleştirilmesi, çocuklar, hastalar, engelliler, yaşlılar vb. yoğun bakım emeğine en çok ihtiyaç duyanlara verilmesi gereken ilgiyi göstermeyi imkansızlaştırıyor ve kadınlar, tanınmayan ve kaynak sağlanmayan bu görünmez “sorumluluğu” üstlenmeye daha az istekli hale geliyor. Bunun sonucunda, hastalık ve yaşlılık dönemlerinde ne yapılacağına ve nasıl çözüm bulunacağına dair tam bir belirsizlik yaşanıyor. Özellikle de hastalık ve yaşlılık zamanlarında piyasadan bakım hizmeti satın alacak parası olmayanlar açısından bu belirsizlik iyice katmerleniyor.
Son olarak, şehre dair sorularımız var: İşçi mahallelerinde ve işçilerin güçlü topluluk duygusunda yaşanan kriz (ve yıkım), yerini kamusal alanların özelleştirilmesi sürecine bıraktı. Bu süreç en görünür halini, şehirlerde güvenlikli sitelerin inşasında, büyük ticaret merkezlerinde ve yaygın araba kullanımında buluyor. Mekânsal olarak bir “biz” kuramıyorsak, gündelik temasımız, birbirimizi tezgâhın başında, pencerelerin camında ya da kapı eşiğinde, reklam panolarının körleştirici ışıkları altında ya da vitrinlerin baş döndürücü ritmine dalmış halde görüşmemize indirgenmişse eğer, birbirimizle nasıl bağ kurulabilir ve buradan yola çıkarak dayanışma ve bakım ilişkileri nasıl inşa edilir? Belki de mahalle çeteleri, Cheshire’ın Alice’e gülmesi gibi, özelleştirilmiş şehirde mümkün duygusal (ve bakıma dair) yerliyurtlulaşmanın bir işaretidir.
Yerinden edilmeler, cinselliği ve cinsiyeti temel alan mal ve hizmetlerin tüketicisi açısından da algılanabilir. Seks endüstrisi büyür, uluslararasılaşır, çeşitlenir, sofistike hale gelir, örneğin, telefon seksi ve partileme gibi başka ilgi alanlarıyla iç içe geçer. Seks alanında kadınlar hâlâ temel işgücü olmaya devam eder, ama aynı zamanda tüketici olarak da ortaya çıkmaya başlarlar... tabii ki bunu ödeyecek paraları varsa! Ticari mübadele olarak cinsiyet ve cinsellik, (moda, gösteriler, ev işleri, bakım hizmetleri, iş kadınlığı gibi) başka alanları etkisi altına alır ve haz-tüketim zincirine eklenerek, en sert ya da en tatlı halleriyle karşımıza çıkan ticari bir cazibe öğesi olarak daha da fazla kullanılır. Böylece, cinselliğin yeri daha da belirsiz hale gelir ve genelleşir. “Kötü” kadın, sınırın diğer tarafına, yani başka bir mesleğe, belirli bir yaşam tarzına hemen geçmez… Cinselliği her zamankinden daha fazla mevcut ve görünür kılan bu paradoksal hiperseksüelleşme (basit olmaktansa ölmek daha iyidir!)[16] doğrudan yerine getirilen cinsel hizmet (fahişelik) damgasını silikleştirmez, hatta bizzat seks endüstrisinde (seks-porno, seks-sokak, seks-telefon) yeni iç sınırlar yaratır. Sabit ve münhasıran heteronormatif düzlüğü daha da istikrarlı hale getirir. Ancak kesin olan bir şey var ki o da kapitalizmin başka cinselliklere tahammül etmeyi ve onlardan yararlanmayı öğrendiği, fakat bunu da onları sınırlayıp belli bir kalıp içinde anlaşılabilir kıldığı ölçüde yaptığıdır. Nihayetinde, belirli bir üretim tarzına ek olarak, kapitalizm aksiyomatiktir, başka bir ifadeyle akışların (kişilerin, nesnelerin, fikirlerin, hayallerin, duygulanımların...) belirli tarzda düzenlenişidir. Kapitalizm, farkları ne zaman kendi dönüştürebilme sistemine tabi kılsa onları yutmayı başarmıştır.[17]
Sınırların yerinden edilmesi ve feminen konumların akışkan hale gelmesi tıpkı yeni konumların ve katmanların gelişmesi gibi gerçektir. Her durumda, her katmanın altında tehlike arz ederek akan şey, duygulanımdır: bakımı pornolaştırmak/erotikleştirmek, cinselliği (ve ona dair imgeleri) bakım alanına sokmak, kırılgan düşünen bedenler arasında cisimleşmiş iletişim, bakım ve erotizm ile ilgiyi yeniden bağlantılandırmak mümkündür.
Bakım ve bakımın ekolojik mantığı, güvencesizleştirilmiş dünyada hüküm süren güvenlikçi mantığa karşı çıkar
Mevcut bağlam, güvenlikçi makropolitikalar ile bunların gündelik karşılığı olan korku temelli mikropolitikaların birleşmesiyle ayırt edilir. Batılı hükümetlerin, mevcut jeopolitik yapılanma karşısında “terör tehdidi” kılıfını kullanarak verdikleri bir yanıt olarak bu güvenlikçi politikaları geniş ölçekte uygulamayı nasıl meşrulaştırdıklarına bir bakalım. Bu makropolitikalar, günden güne kendilerini, işgücü piyasasının serbestleşmesi ve bunun yarattığı istikrarsızlıkla doğrudan ilişkili olan korku mikropolitikalarıyla ifade eder. Aynı zamanda tüketim kendini, elimizdeki tek kamusal faaliyet olarak dayatmaya çalışır ve başka eksenler etrafında örgütlenmiş kamusal alanlar ortadan kaybolur. Güvenlik, bedenleri kontrol altına almanın ve onları toplumun farklı katmanlarına dahil edip ayırmanın bir yolu olarak zafer kazanır. Bu belirsizlik ve yersizyurtsuzlaşma bağlamında düşünüldüğünde, güvencesizlik yalnızca en yoksul işçilerin bir özelliği değildir. Bugün, varoluşun güvencesizleştirilmesinden söz ederken, istikrarsızlık ve korku iklimine dayanan ve ondan beslenerek tüm toplumu kat eden bir eğilimi ifade ediyoruz. Güvencesizlik bir şantaj işlevi görüyor. Çünkü her ne kadar süresiz sözleşmeye sahip olsak da yarın işimizi kaybetme riskiyle karşı karşıyayız. Çünkü kiralar, ipotekler ve genel olarak fiyatlar artıyor ama ücretlerimiz artmıyor. Çünkü toplumsal ağlar çok bozuldu ve bugün bir topluluk inşa etmek artık karmaşık bir iş haline geldi. Çünkü yarın bize kimin bakacağını, bizimle kimin ilgileneceğini bilmiyoruz... Güvenlik mantığı kendini korkuda bulur, denetim pratiklerinde somutlaşır ve mevcut toplumsal sorunları bireysel sorunlar olarak görmeye neden olan yalıtılmışlığı üretir. Denetim pratikleri, bakıma ve haklara ihtiyaç duyan özneleri ya zavallı kurbanlar ya da nezih yöntemlerle kontrol edilen ve tabi kılınan “normalleştirilmiş” toplumun geri kalanı için tehlikeli özneler haline getirir. Hakların kısıtlandığı mevcut durumda, hak temelli toplumsal düzenlemeler giderek azalıyor, bunun yerine yardım ve kontrol etmeye odaklanan, riskli veya kırılgan durumunda olmak ile tehlikeli olmak arasındaki karmaşık ilişkiyi sürdüren bir düzeni korumayı amaçlayan düzenlemeler geçiyor. Bu kontrol altına alma görevini yerine getirecek özel güvenlik şirketleri ve STK’lar gibi yeni toplumsal aktörlerin sayısı giderek artarken, eski dizpozitifler, yani Devletin güvenlik organları ve disiplin kurumları da kendi rollerini oynamaya devam ediyor.
Bu hakim mantık karşısında bizim iddiamız, bakım meselesiyle ilgili feminist öneriyi yeniden ele alıp formüle etmekten ibarettir.[18] Burada güvenlikçi mantığa karşı bedenlerin sorumluluğunu üstlenmenin bir biçimi olarak ortaya çıkaracağımız bakım fikri, denetim yerine yaşamın sürdürülebilirliğine odaklanır, korku yerine elbirliğine, karşılıklı bağlılığa, armağana ve toplumsal ekolojiye dayanır. Bu çerçevede bakımı tanımlamaya çalışırken onu niteleyecek dört temel unsur belirledik:
*Duygulanımsal virtüözlük, sizi sevdiği için birine bakmak fikrinden kopan, daha ziyade bakımı her ilişkiye aracılık eden etik bir unsur olarak gören toplumsal ekoloji kriteridir. Bu duygulanımsal virtüözlük empatiyle, öznelerarasılıkla ilgilidir. Yaşamın ve (gerek ücretlendirilmiş gerekse ücretlendirilmemiş) emeğin kodlanamayan kısmını oluşturan temel bir yaratıcı karakter içerir. Koddan kaçan şey ise bizi, henüz söylenmemiş olanın içine yerleştirir; düşünülebilir ve yaşanabilir olanın alanını açar. Bizzat ilişkileri yaratan, koddan kaçabilendir. Bakımın politik olarak radikal karakterini gözler önüne sermek için bu duygulanımal bileşeni mutlaka hesaba katmak zorundayız, çünkü bu kez hiç şüphe duymadan biliyoruz ki duygulanımsal olan etkili olandır.
*Karşılıklı bağlılık: Bu gezegenin sakinleri arasındaki çoklu bağlılığın tanınmasını çıkış noktamız olarak alıyor ve bu bağlılığın gerçekleşmesi için toplumsal elbirliğini vazgeçilmez bir araç olarak görüyoruz. Bakımı politikleştirmek, bizi, kavramı açmaya ve onu oluşturan kavramları, sözgelimi ekonomik olarak ücretlendirilen bakımı, ücretlendirilmeyen bakımı, öz-bakımı ve yaşamın sürdürülebilirliğini sağlayan faaliyetleri vb. analiz etmeye götürür. İnsanlar birbirlerine bağlıdır, bu konumlar statik değildir ve bakıma ihtiyacı olan sadece “diğerleri” değildir. Önerimiz, bir emek ilişkisi tarafından dolayımlandıklarında daha da sabit kalan bu konumları istikrarsızlaştırmaktan ibarettir, çünkü ilişkileri meta dolayımlarının ötesinde düşünmek istiyoruz. Bir mübadelede kişinin bir şeyi neyi, nasıl ve ne zaman alacağını bilmeden verdiği armağan mantığını takip ediyoruz.
* Çaprazlık: Bakımdan bahsettiğimizde çok boyutlu bir mefhuma atıfta bulunuyoruz. Daha önce de gördüğümüz gibi, ücretli ve ücretsiz bakım emeği vardır; bu iki bakım emeği, kendilerini bağımsız hissedenler arasında ısrarla çizilen sahte çizgiyi bulanıklaştırır ve hayatımızın, ihtiyaçlarımızın ve arzularımızın maddi ve maddi olmayan (ilişkisel, duygusal, öznel ve cinsel) yönlerini ayrılmaz bir biçimde kesiştirir. Bakım, meta ve piyasa koşullarında, evde, ev dışında kendine özgü farklı bilgilere dair birçok görevi ve gereksinimi bir araya getirmesiyle gerçekleşir. Bakım emeği tam da yaşam üretmek olduğu için, yaşam süresini çalışma süresinden net bir şekilde ayıramayacağımızı tekrardan ortaya koyuyor.[19]
*Gündelik olma: Bakım her zaman var olan sürekli bir hattır, çünkü bakım olmasaydı yaşamaya devam edemezdik. Bakım işinin sadece yoğunluğu, niteliği ve örgütlenme biçimi değişir, sözgelimi bakım işi daha az çok adaletsiz veya az çok ekolojik olabilir. Yaşamın sürdürülebilirliğinden, yani politik olanın hammaddesi olarak görünür kılmaya ve yeniden değerli kılmaya çalıştığımız duygulanımsal mühendisliğin gündelik görevlerinden bahsediyoruz, çünkü gündelik durumlarda toplumsal adaleti nasıl inşa edeceğimizi hesaba katmadan düşünmek istemiyoruz.
Duygulanımsal virtüözlük, karşılıklı bağlılık, çaprazlık ve gündelik olma, güvenlikçi mantığı kıran ve böylece korku ve güvencesizleştirme duvarlarında çatlaklar açan, kolektif ve bedensel bilginin ürünü olan bir yordamın[20] temel bileşenlerini oluşturur. Ancak bu, kurban edilmiş kadınlar için bir reçete değil, radikal bir dönüşüm gerçekleştirmek için üzerinde ısrarla durulması gereken bir hattır.
Bugün karşımıza çıkan temel biyopolitik zorluklardan biri, cinsiyet, ilgi ve bakımın mevcut örgütlenişine yönelik bir eleştiri, bu üçü arasındaki süreklilikten yola çıkarak elbirliğine dayalı daha özgürleştirici yeni duygulanım biçimleri üretmek amacıyla onları bir araya getirecek bir pratik icat etmektir. Birbirinden koparılmamış bakım, cinsiyet ve iletişim fikri burada merkezi bir konuma sahiptir.