top of page

*Emperyalizm Bir Devlet Teorisidir

  • Yazarın fotoğrafı: otonomdergi
    otonomdergi
  • 17 Kas 2023
  • 17 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 9 Ara 2023

Marx, 1859’da ekonomi politiğin eleştirisini kaleme alırken, düşüncesindeki mimariyi şöyle özetliyordu: “Burjuva iktisat sistemini şu sırayla inceliyorum: sermaye, toprak mülkiyeti, ücretli emek, devlet, dış ticaret, dünya pazarı. İlk üç başlık altında modern burjuva toplumun bölündüğü üç büyük sınıfın iktisadi varlık koşullarını inceliyorum; öteki üç başlığın birbirleriyle bağıntısı besbellidir.”1 Bu altı başlıktan üçü kaleme alındı. Diğer üçü ise Marx tarafından yazılamadı. Düşünsel mimari tamamlanamadı ve eksik bırakıldı. 19. yüzyıl sonlarına doğru olgunlaşan, 20. yüzyıl başlarında teorileştirilmek için kaleme alınan emperyalizm tartışmaları, Marx’ın önüne koyduğu fakat ömrünün yetmemesinden dolayı düşünsel mimarisinin eksik kalan alanına müdahaleleri de içermektedir.
Mimarideki bu boşluk, Marx’ın düşüncesinin tamamlanmaması bağlamında ele alınmamalıdır. Marx, kapitalizmin politik eleştirisi bağlamında kapitalizmin ontolojik çözümlenmesi ve epistemolojisinin kurulması ile özdeşleşmiş ve bunu da hak etmiştir. Marx’ın düşünsel mimarisindeki yarım kalmışlıktan kastımız, kapitalizmin ontolojik çözümlenmesindeki ve epistemolojik kuruluşundaki boşluktur. Bu boşluğa yapılan her müdahale, kapitalizmin ontolojik ve epistemolojik kuruluşunun giderilmesi bağlamında Marksizm içidir. İstenildiği kadar Marx’ın eksiklerinin var olduğu söylensin, istenildiği kadar Marx karşıtı bir pozisyon tutulmaya zorlanılsın, Marksizmin dışında kalmak mümkün değildir.
Marx, özellikle Kapital’de, bir konuyu çözümlerken, konuyu daha üst bir ilişkisellik soyutlamasında anlaşılır olması için bir alt somutlama tarzını kullanır. Bu somutlama yönteminde bazı değişkenleri yeniden devreye sokmak için konu dışında tutar. Marx’ta somutluk soyutlamalarındadır. Fakat ne yazık ki Marx’taki somutluklar, onun üst soyutlamalarında değil alt soyutlamalarındaki somutluklardan çıkarılarak kabalaştırılmaktadır.
Bu bağlamda, kapitalizmin ontolojik üretiminin altı başlığından üçü olan sermaye, toprak mülkiyeti ve ücretli emek, diğer üçü olan devlet, dünya ticareti ve dünya pazarından bağımsız ele alınmıştır. Yöntemsel olarak sermaye, toprak mülkiyeti ve ücretli emeğin ontolojik eğilimlerinin sınıflar mücadelesinden, egemenlik ilişkilerinden bağımsız ele alınarak soyutlandığını söylemek yanlış olmayacaktır. Marx’ın da dediği gibi, güç ve iktidar ve egemenlik biçimlerinin ilişkilerini belirleyen “burjuva toplumun bölündüğü üç büyük sınıfın iktisadi varlık koşullarını” incelemektedir. Devlet, dünya ticareti ve dünya pazarının ontolojik eğilimleri ise, sınıflar mücadelesinden, güç ilişkilerinden ve egemenlik biçimlerinden bağımsız ele alınamaz. Sınıflar mücadelesi, güç ilişkileri ve egemenlik biçimleri; Devlet, dünya ticareti ve dünya pazarının ontolojik eğilimlerinin ta kendisidir. Bu durum, alt yapı-üst yapı metaforunu, yol açıcı olmasının ötesinde kafa karıştırıcı bir konuma sokmuştur. Sınıflar mücadelesi, güç ilişkileri ve egemenlik biçimlerinin kapitalizmin ontolojisinin dışında belirlenen bir konumda algılanmasına neden olmuş; ilişkiselliğin temel dinamikleri iktidar ilişkileri, belirlenen hiyerarşiye ve art zamanlı bir işleyişe indirgemiştir.
Meta kavramı, kapitalizmin ontolojisinin çözümlenmesinde tözsel bir özelliğe sahiptir. Meta kavramını yalnızca, donmuş emek miktarı bağlamında değişim değeri ve toplumsal ilişkilerdeki fetiş karakteri boyutuyla anlamak ciddi boşluklar bırakmaktadır. Kapitalizmin ontolojik bütün eğilimleri meta kavramında içkindir. Üretim, mülkiyet, güç, iktidar ilişkileri ve egemenlik biçimleri de meta kavramına içkin olarak işler ve çalışır ve toplumsal ilişkilerin genişletilmiş üretimini ve yeniden üretimini kurar. Bu bağlamda sermaye, toprak mülkiyeti ve ücretli emek kavramları güç ve çatışma kavramlarından bağımsız ele alınamaz. Ekonomik alan-siyasal alan özdeş olmamasına rağmen, belirleyen-belirlenen bir ikiliğe ve hiyerarşiye de sahip değildir.
Siyasal bağlamda, kapitalizmin rekabetçi döneminin ilerici, tekelci döneminin gerici olduğu saptaması yapılmasına karşın, rekabetçi dönemde iktidar perspektifi, bir başka deyişle devrim kuramı bağlamında devlet biçimi teorisi boşluktadır. Ancak kapitalizmin tekelci döneminde bu boşluk doldurulacaktır; fakat rekabetçi dönemin iktidar işleyişinin çözümlenmesi ve eleştirisi yapılmış değildir. Günümüzün iktidar işleyişinin çözümlenmesinde, küresel egemenlik ve devlet biçimi tartışmalarında görülen bazı tıkanmaların nedeni, Marx’ın 1848 devrimi özeleştirisiyle gizlice gelen, ilerlemeci mantığın sonucu rekabetçi dönemin ilericiliği bağlamında iktidar işleyişi sorunsalının çözümlenmemesinin getirdiği boşluğun mirasıdır.
Kapitalizmin kendi çıkarını toplum çıkarı olarak örgütlemesinin iktidar eğitimi bağlamında, rekabetçi dönemde burjuvazi üç cephede savaşmıştır: feodalite, proletarya ve burjuvazi. Feodaliteyi çözen kapitalizmin silahı, emeğin mülksüzleştirilerek özgürleştirilmesidir. Bu durum, feodal toplumsal ilişkilerin üretimi ve yeniden üretimini sağlayan değer üretme sisteminin tasfiyesidir. Feodal toplumsal işleyişin temelini kuran emeğin köylü karakterinin tasfiyesinden sonra, görkemli feodal şatolar kağıttan makete dönüşmüştür. Mülksüzleştirilerek özgürleştirilen emeğin proleterleştirilmiş biçimini disiplin altına almak ve verimli kılmak, yalnızca üretim araçlarındaki teknolojik güçle değil, aynı zamanda iktidar işleyişinin kuruluşuyla da mümkündür. Karşımıza çıkan bu iktidar işleyişi, ulus devlet ve modernist toplumsal ilişkiler sistemidir. Kapitalizm, rekabetçi dönemdeki üç cepheyle savaşımından kendisini ulus devlet ve modernleşme ile kurup çıkmıştır. Kapitalizmin tekelci evresi emperyalizm ve faşizm de modernist bir toplumsal ilişkiyi işleten ve çalıştıran, ulus devlet egemenlik biçiminin dikey ve yatay gelişiminin uğraklarıdır. Marx’ta potansiyel olmasına karşın, açık bir modernizm ve ulus devlet eleştirisi yoktur. Bu durum kapitalizmi, siyasal olarak rekabetçi dönemde ilerici, tekelci dönemde gerici olarak algılatmıştır. Oysa rekabetçi dönem de, tekelci dönem de bir egemenlik biçimi olarak modern ulus devlet işleyişinin kuruluş, gelişme ve sonuç süreçlerinin birer uğraklarıdır.
Marx ve Lenin’in, gerek rekabetçi dönemin gerekse tekelci dönemin, egemenlik biçimi olarak modern ulus devlet işleyişinin ürünü olduğu ve bu egemenlik biçiminin başından itibaren gerici olduğu doğrultusunda neden bir pozisyon tutturamadıklarına dair bir yaklaşımda bulunmak mümkündür; fakat bu durum politik haksızlığı içermektedir. Bunu görmenin politik koşulları, tarihsel bağlamda bugün mümkündür. Marksizm zemininde bulunanlar için görev, Marksizmin birikimlerindeki anti-modernist potansiyeli açığa çıkarıp bugün yeniden kurmaktır. Eskiden modernizm içi kalarak anti-emperyalizmin bir çıkışı vardı; içinde bulunduğumuz tarihsel koşullarda modernizm içinde kalarak emperyalizm eleştirisinin çıkışı yoktur. Günümüzde kurulan kapitalizmi işletip çalıştıran egemenlik biçiminin çözümlenmesi, modernizmle mesafesini açık ve net koymuş Marksizmin devrimci ve sınıfsal bir yerden post-modernizmi eleştirmesine bağlıdır.
Kapitalizmin ontolojik eğilimlerinin yeni bir egemenlik biçimi altında kurularak üretildiği tarihsel ve toplumsal koşullar içinde olduğumuz gerçeği bizim çıkış noktamız olmuştur. Fakat bu gerçek bilinmesine karşın görmezlikten gelindi. Bu görülemezliğin görülebilirliğe dönüşmesinin kuramsal alt üst oluşlara neden olacağını ve bu sürecin gerilimli, sancılı geçeceğini biliyoruz: Yeni bir kuruluş sürecindeyiz. Bu bağlamda İmparatorluk tartışmaları, pozitif bağlamda provakatif işlev gördü. Görmezlikten gelinen bir gerçekle yüzleşmeyi kaçınılmaz kıldı. Bütün akademik ve politik çevreler, imparatorluk kavramı karşısında pozisyonunu belirlemek zorunda kaldı. Kapitalizmin ontolojik eğilimlerinin yeniden yapılanmasının çözümlenmesi üzerine kuramsal bir motivasyona girilmiş bulunuyor. Bu durum, devrimci hareketin yapması gereken gerçekçi tartışmanın zeminini kuruyor: Emperyalizm... Hilferding, Kautsky, Rosa, Lenin ve her zaman unutulmuş olan Buharin’in (emperyalizm üzerine yoğunlaşmış külliyat) yeniden okunup konuşturulması gerekiyor.
İmparatorluk, emperyalizm ve yeni emperyalizm söylemleriyle, kapitalizmin ontolojik eğilimlerindeki yeniden kuruluş çözümlemeleri günümüzde yapılmaya çalışılıyor. Politik önyargılardan uzak durarak bu tartışmaları gözlemlediğimizde, ne imparatorluk, ne emperyalizm ne de yeni emperyalizm söylemini taşıyanların kendi içlerinde çok da oturmuş bir mimariye sahip olduklarını söyleyemeyiz. Birbirleriyle olan tartışmalar kendisini kurmaya hizmet ediyor. Kendisini kurma arayışı üzerinde yürüyen çözümlemeler, tartışmalar anlamlı ve üretken görünüyor. Biz kendimizi kurulmuş, tamamlanmış olarak görmüyoruz; kendisini kurma arayışı zemininde görüyoruz ve bunu politik kültür olarak benimsiyoruz.
Yeni emperyalizm teorilerinin, Buharin ve Lenin’in emperyalizm çözümlemelerinin üstünden atlayan değinmelerle yetindiğini gözlemliyoruz. Buharin ve Lenin’in emperyalizm teorileri içerilerek aşılmadan, yeni emperyalizm söyleminin politik bağlamda anlamlı sonuçlara varabileceğini düşünmüyoruz. Yeni emperyalizm söylemi, daha çok Rosa’nın yayılmacılık teorisine oturan emperyalizm teorisi üzerinden yürüyor. Kapitalizmin en temel ontolojik eğilimi olan sermayenin genişleyerek üretimi ve yeniden üretimi teorisine dayanıyor. Bu bağlamda, kapitalizm var oldukça, “emperyalizm” kavramının biçimsel değişikliklere uğrasa da devam edeceği savına dayanıyor. Egemenlik biçimlerinde değişiklik olsa da, kapitalizmin ontolojik eğilimi emperyalizm devam ediyor. Buharin ve Lenin’in emperyalizm teorilerinin özgünlüğünde, bu durum anlamlı olmasına karşın yetmiyor. Buharin ve Lenin’in emperyalizm teorisinde kapitalizmin ontolojik eğilimiyle egemenlik biçimi yapısal bir bütünlük taşır. Emperyalizm, tarihsel anlamda bir devrim kuramının kuruluşunu belirleyen kriz ve devlet teorisidir. Hilferding ve Kautsky ise emperyalizmi bir hükümet biçimine indirger.
Egemenlik biçimini kapitalizmin ontolojik eğilimleri içine alan ilişkisel bir bütünlük ve devlet biçimi teorisi kurulmadan, içinden geçtiğimiz tarihsel ve toplumsal koşullarda kapitalizmin ontolojik eğilimlerinin yeniden kuruluşu çözümlenemez.
 
Hilferding
 
Teori, güç ilişkilerinin çatışması içerisinde kurulan bir icattır. Sınıflar arası güç ilişkilerinin tarihsel koşulları dikkate alınmadan teorilerin okunması, her zaman ciddi boşluklar yaratmaktadır. Bu boyutuyla değinip geçmekte yarar var. Paris Komünü’nden sonra, önemli tartışmalar üreten siyasi coğrafya, Fransa’dan Almanya’ya geçmiştir. 1848 Avrupası’nın ve Fransız sınıflar mücadelesi pratiğinin yarattığı tartışmalar unutulmuştur. Hala günümüz düşünce üretimini belirleyen Alman siyasi coğrafyasının ürettiği tartışmaların ne kadar hayırlı olup olmadığı bizim açımızdan tartışmalıdır. Bu konu başlı başına üzerinde durulması gereken bir konudur; önemini vurgulayıp noktalayalım.
Bernstein ve Kautsky’nin arkasına sığındığı ve Rosa’yı rahatsız eden Engels’in teorik mirası, Alman sınıflar mücadelesinin reformist bir yerden okunmasına fırsat verdi. Engels 1895’te, “Tarih bizi ve bizim gibi düşünenlerin tümünü haksız çıkardı. Kıtada ekonomik gelişmenin derecesinin o dönemde kapitalist üretimi ortadan kaldırmak için yeterince ileri olmadığını kanıtladı; bunu, 1848’den beri tüm kıtaya yayılan, büyük sanayiyi Fransa’da, Avusturya’da, Polonya’da ve yakın zamanda Rusya’da yerleştiren ve hatta Almanya’yı yoğun olarak endüstrileşen bir ülke yapan ekonomik devrimle kanıtladı; 1848’de hala gelişmeye tam olarak elverişli olan kapitalist temel üzerinde gerçekleşti.”2 saptaması ve daha sonra, “Ancak genel oyun bu mutlu kullanımı, hızla gelişmeye devam eden proletaryanın savaşımının yepyeni bir biçimini uygulamaya koydu. Burjuvazinin hegemonyasının içinde örgütlendiği devlet kurumlarının, işçi sınıfına, sayesinde bizzat bu devlet kurumlarıyla savaşabileceği başka dayanak noktaları sağladığı keşfedildi. Bazı landtag’larda, belediye meclisleri, yargı kurulları için seçimlere girildi, burjuvazinin sahip olduğu makamlar elde edilmeye çalışıldı ve görevlerin dağıtımında proletaryanın önemli bölümünün söyleyecek sözü vardı. Ve böylece, hükümet ve burjuvazi işçi partisinin yasal eyleminden, yasadışı eyleminden korktuğundan daha çok korkma, seçimlerdeki başarısından, isyandaki başarısından korktuğundan daha çok korkma noktasına geldiler,”3 yorumu, Avrupa ve Rusya’da reformistlere teorik bir zemin sundu.
Hilferding’in bu tarihsel koşullar içinde ve bu teorik miras zemini üzerinde 1906’da yazdığı fakat 1910’da basılan Finans Kapital kitabı yayınlandı. Hilferding bu kitabında, kapitalizmin ontolojik olarak tekelci aşamaya geldiğinin altını çizer ve emperyalizmi vurgular. Tekelci kapitalizm vurgusu, Hilferding’i Kapital’in 4. cildinin yazılması bağlamında önemli bir konuma getirmiştir. Artık kapitalizm, rekabetçi döneme göre değil tekelci döneme göre okunacaktır. Marx’ın önüne koyup yazamadığı “devlet, dış ticaret ve dünya pazarı” yazılıp tartışılmaya başlanacaktır.
Finans kapital ve kapitalizmin tekelci evresi vurgusunun Hilferding’i önemli bir konuma getirmesine karşın, Hilferding’in politik teorisi bilinmemektedir. Akademik ya da analitik çözümleyici bir özne olarak algılanmaktadır. Oysa ki Ekim devrimini yalnız bırakan ikinci enternasyonali üreten politik teorinin kurucularından biridir.
Hilferding, kapitalizmin tekelci aşamaya gelmesiyle devlet ve sınıf ilişkilerinin yeniden kurulması gerektiğini vurgular. Tekelci aşamada devlet, iç pazarı korumak, iç pazarı tekelcileştirmek için etkin bir aktördür. Devlet ekonomik bir aktör olarak kapitalizmin ontolojisi içerisine sokulmuştur. Bu durum teorik açıdan anlamlı, pozitif bir sonuçtur. Fakat sorun, bu doğru zeminin kurulmasından sonra başlar. Rekabetçi dönem, kapitalizmin plansız, örgütsüz dönemi olduğu, devletin zor ve şiddet işlevinden öteye gitmediğini, tekelci dönemde ise kapitalizmin planlı, örgütlü, rasyonel toplumsal ilişkilere girdiği, devlet, toplumu bilinçli, örgütlü ve rasyonel bir yerden yapılandırmanın aktörü olduğu sonucuna varılmıştır. Karşımızda örgütlü kapitalizm vardır. Ekonomik olarak mülksüzleştirilen emek, toplumsal ve politik olarak kapitalizmin demokratik işleyişi altında politik mülk sahibidir. Sınıflar arası çatışmayı hafifleten bu toplumsal siyasal işleyiş altında, sosyalizme barışçıl geçiş şansı artmıştır. Devlet yıkılması gereken bir kurum değil, kamusal mülkiyetin ve ekonominin merkezi planlı ve rasyonel örgütlenmesinin güvencesidir. Bernstein ile başlayan Kautsky ile ikinci enternasyonalde devam eden ve Laclau ve Mouffe ile devam ettirilen radikal demokrasiciliğin kökleri buralarda yatmaktadır.
Genel olarak “modernizm”, “aydınlanma” dönemine indirgenerek meşrulaştırılır. Modernizm aydınlanmaya indirgenemez. Modernizm, toplumsal bir iktidar işleyişidir. Anti-kapitalist emek cephesinden modernizm, ulus devlet altında emeğin mülksüzleştirilmesi, çitlenmesi ve ıslah edilmesidir. Bir disiplin ve tahakküm toplumu olarak modernizm, işçi sınıfını sermayenin işleten ve çalıştıran bir özneleştirme, bir biyo-politik toplumsal üretim ilişkisidir. Oportünizmin ya da reformizmin sınıfsal kökü olarak işçi aristokrasini göstermek, çok ciddi bir biçimde bütünü gözden kaçırmıştır. Reformizmin kurucusu, emeği sermayenin işleyişinde özne olarak kuran modernizmin toplumsal iktidar işleyişidir. Alman sınıflar mücadelesi pratiğine, Marx’tan, modernizmin kapitalizmin bir iktidar işleyişi bağlamında bir eleştirisi miras bırakılmamıştır. Engels’in mirası ise, niyeti aşan bir gerçeklik olarak olumsuzdur.
 
Kautsky
 
Kautsky, Engels’in ölümünden sonra ortodoks Marksizmin duayeni olarak görüldü. Birinci Dünya Savaşı öncesine kadar, Lenin için önemli bir kimlikti. Emperyalist savaşın çıkmasıyla, devrim sorunu somut ve güncel bir konuma geldi. Bu süreçte almış olduğu teorik ve politik pozisyon, Kautsky’yi tartışılır bir adres haline getirdi. Kautsky’nin emperyalizm teorisine, bu politik sürecin bir ürünü olarak bakmak gerekir. Bu bağlamda, Kautsky’nin emperyalizm teorisi, politik bocalama, sağa kayış ve devrimden kaçışın teorizasyonudur. Bu vurguyu yaptıktan sonra Kautsky’nin emperyalizm teorisine geçebiliriz.
Biz de içinde olmak üzere genel olarak sol, Kautsky’yi okumadan, ultra-emperyalizm söylemiyle ajitatif bir yerden suçlamıştır. Oysa ultra-emperyalizme gelmeden önce, Kautsky’nin emperyalizm teorisi vardır. Bu pek bilinmemektedir.
Kautsky’nin emperyalizm teorisi emperyalizmi, kapitalizmin tekelci aşaması ya da “ekonomik evresi”, bir başka deyişle kapitalizmin en yüksek aşaması olarak görmez. Finans kapitali, banka sermayesi ile sanayi sermayesinin iç içeliğini kabul etmesine karşın, Hilferding’e, “Emperyalizm sözcüğünü kapitalizmin bu en yeni evresini anlatmak üzere kullanırken çok titiz davranmadı.”4 diyerek mesafesini koyar ve “Emperyalizm sözcüğünü bir ‘ekonomik evre’ye değil, tikel türde bir politikaya yollanma yapmak için de kullandı.”5 diyerek düzeltmeye çalışır. Kautsky için emperyalizm, “egemen kapitalist katmanların politikası”6dır. Bu bağlamda, emperyalizmi kapitalizmin ontolojik üretimine değil, tam tersi kapitalizmin ontolojisini ortadan kaldıran bir politikaya, bir hükümet biçimine indirger. Kautsky’de devlet teorisi olarak emperyalizm teorisi yoktur.
Kautsky, sanayi ve tarım alanı arasındaki gerilimden yola çıkarak kapitalizmin genişlemeci, yayılmacı eğilimini teorileştirir. Sanayi alanındaki değer üretim hızıyla tarım alanındaki hızın dengesizliği, şehirlerin beslenememesi, tarımsal alanların sanayi alanlarının hızına yetişemeyip fazla üretimi tüketememesi bağlamında fazla üretim ve pazar krizi, gelişmiş kapitalist bölgelerden gelişmemiş tarım bölgelerine yayılma bir zorunluluktur. Rosa ile bir benzerlik bağlamıyla, gelişmemiş tarımsal alanlar ortadan kalkana kadar kapitalizm ekonomik bir çöküntü içerisine girmeyecektir. Kautsky’de bu durum sömürgeciliğin temelidir. “Bu bölgelerin köleleştirilmesi; yalnız ya onların nüfusunun ya da kapitalist sanayi ülkeleri proletaryasının kapitalizmin boyunduruğunu kıracak ölçüde güçlenmeleri durumunda sona erecektir. Yalnızca sosyalizm emperyalizmin bu yönünün üstesinden gelebilir.”7 Kautsky’nin kapitalizmin yayılmacılığı, sömürgeleştirme, ulusları, halkları köleleştirme ve bağımlılık teorisi bağlamında emperyalizm kavramıyla hiçbir alıp veremediği yoktur. Hatta emperyalizm, sömürgecilik ve ulusların kendi kaderlerini tayin etme konularında Lenin’in Kautsky’den yararlandığını söylemek mümkündür. Fakat Kautsky, “Ama emperyalizmin başka bir yönü daha vardır.”8 diyerek bir soru sorar: “Tarım bölgelerine sahip olma ve köleleştirme savaşımı kapitalist sanayi devletleri arasında güçlü çatışmalar doğurmuştur; bu çatışmalar, eskiden yalnızca orduyu etkileyen silahlanma yarışının şimdi donanmayı da etkilemesi sonucunu vermiştir; son kertede bu, uzun zamandır öngörülen dünya savaşının bir gerçeklik durumuna gelmesine neden olmuştur. Emperyalizmin bu yönü de kapitalizmin süregiden varlığı için, ancak kapitalizmin kendisiyle birlikte üstesinden gelinebilecek bir zorunluluk mudur?”9 Bu sorusuyla, Buharin ve Lenin’in emperyalizm teorisinden kopmuştur. Kautsky için, emperyalist devletler arası savaş için ekonomik bir zorunluluk yoktur. Tam tersi böylesi bir savaş, doğrudan kapitalist ekonomiyi tehdit etmektedir. Bu bağlamda emperyalist devletler arası açık askeri savaş politikası, kapitalist sınıf katmanlarının politikası bağlamında ele alınmakta ve konjonktürel bir hükümet biçimine indirgenmektedir. Ultra-emperyalizm söylemi, Kautsky’nin emperyalizm teorisini güçlendirmek için kurduğu bir vurgudur. Salt ekonomik açıdan bakıldığında bile dünya tek tekele doğru gidebilir; savaştan güçlü çıkan emperyalist güçler, kendi aralarında bir federasyon kurarak silahlanma yarışına son verebilir. Bütün sorun, savaş sonrası barışçıl bir ortamda parlamenter mücadelenin politik sürecini güvence altına alarak savaş sürecini geçiştirmektir. Bu bağlamda da savaş sürecinde önerilen politika, saldırgan ülke karşısında demokratik devletin korunmasıdır.
 
Rosa
 
Rosa, Ekim Devrimi’nin beklediği Alman merkezli Avrupa devriminin yalnız bırakılmış devrimci sesidir. Alman siyasal coğrafyasında Bernstein revizyonizmine ve Kautsky oportünizmine karşı devrimci pozisyonun adresidir.
Rosa, emperyalizm teorisini temel bir soru üzerine kurmuştur: Kapitalizmin nihai krizi nedir? 1913’te yayınlanan Sermaye Birikimi adlı kitabında bu soruya yanıt arar. Marx’ın Kapital’de bu sorunu yeterince geliştirmemiş olduğunu görür ve sermayenin genişleyerek üretimi ve yeniden üretimini derinleştirerek kapitalizmin nihai krizini kurmaya çalışır. Aslında Marx’ın kapitalizmin nihai krizi üzerine teorisi vardır. Adres Kapital değil Grundrisse’tir. Rosa 1919’da öldü; Grundrisse ise 1939’da yayınlanmıştır. Marx, Grundrisse’in son bölümlerinde, sermayenin kendi elleriyle kendisini çözeceğini vurgular. Kâr oranının düşme yasası yanlış anlaşılmaktadır. Kâr oranının düşmesi, artı-değer miktarının düşmesi anlamına gelmemektedir. Teknolojik gelişmeye bağlı olarak emeğin verimliliğinin artması, gerekli emek zaman miktarının düşmesi ve artı emek zamanın artması sonucu artı-değer miktarı artar ve kâr oranı düşer. Oranla miktar arasındaki ters ilişki sonucu, emeğin verimliliğinin derinleşmesinin bir momentinde üretim sürecinde canlı emek miktarı düşer ve toplumsal emek zaman miktarının belirlenmesi ortadan kalkar. Bu noktadan sonra, artı-değer üretiminin durması bağlamında artı-değer miktarı ile kâr oranı düşmesi paralelleşir ve sistem çöker. Marx’ta kapitalizmin nihai krizi teorisi olmasına karşın, Rosa’nın teorisinin anlamlılığını tartıştırmaz. Tam tersi, Rosa’nın kriz teorisi, Marx’ın kriz teorisinin kapalılığının eleştirisidir.
Marx, kriz teorisini yazımızın başlangıcında ifade ettiğimiz altı başlığın üçü üzerinden kurmuştur. Rosa ise, diğer üçünü de katarak kriz teorisini kurar. Marx’ın yarım bıraktığını tamamlamaya çalışır. Sermaye birikiminin genişleyerek üretimi ve yeniden üretimi nasıl devinmektedir? Rosa, artı-değer’den değil birikim kavramından çıkar. Bu bağlamda, artı-değer nasıl realize edilecek ve nasıl sermayeye dönüşecektir. Yaratılan artı-değer, değişen sermaye, sabit sermaye amortismanına ve kapitalistin tüketimine bölüşüldükten sonra, fazlalık nerede realize edilecektir? Kapitalist ekonomik ilişkilerin hakim olduğu toplumsal ilişkiler, bu artı’nın realizasyonunu gerçekleştiremez. Bu bağlamda artı değerin realizasyonu, kapitalist olmayan toplumsal ilişkiler tarafından gerçekleşebilir. Fazla üretim ve eksik tüketim krizi, kapitalist olmayan toplumsal ilişkilerin sömürülmesi ile mümkündür. Bu durum kapitalizmin ontolojik eğilimidir. “Sermaye birikiminin diğer yönü, sermaye ile kapitalist olmayan üretim biçimleri arasındaki ilişkilerle ilgilidir. Bu yön dünya sahnesinde ortaya çıkar. Bu alanla egemen yöntemler sömürgeci politika, uluslar arası borç sistemi, çıkar alanları politikası ve savaştır.”10
Rosa için, “Emperyalizm, kapitalist olmayan alanların henüz sahipsiz bulunanları için verdiği rekabetçi mücadele içindeki sermaye birikimi sürecinin siyasal ifadesidir.”11 ve “Kapitalist ülkelerin yüksek gelişme düzeyi ve kapitalist olmayan bölgeleri ele geçirmeye yönelik rekabetinin giderek keskinleşmesi ile emperyalizm, hem kapitalist olmayan dünyaya karşı saldırganlığını, hem de daha enerjik biçimde rakip kapitalist ülkeler arasında giderek ciddileşen çatışmalarda zorbalığını artırır... Emperyalizm, kapitalizmin ömrünü uzatmaya yönelik bir tarihsel yöntem olmakla birlikte nesnel olarak bu ömrü en kısa zamanda sona erdirecek en emin araçtır da.”12 Bu bağlamda Rosa, emperyalizmi kapitalizmin ontolojik eğilimi olan yayılmacılığın üzerine kurarken, Kautsky’den farklı olarak emperyalist devler arası açık savaşı emperyalizm kavramının ontolojisi içerisinde görerek Buharin ve Lenin’in emperyalizm teorisiyle yakınlaşır. Fakat kapitalizmin nihai krizi üzerinden Marx’ın kapalılığını sermaye birikimi sürecini yeniden kurarak açarken, kendisi de sonuçta aynı kapalılığa düşecektir. Tarihsel olarak kapitalizmin nihai krizinin koşulları gelmeden kapitalizm nasıl yıkılacaktır? Bizce Lenin, bu soruyla Marx’tan ve Rosa’dan daha farklı bir özgünlüğe sahiptir. Ayrıca emperyalizm kavramına içkin devlet biçimi bağlamında devlet teorisi yoktur.
 
Buharin
 
Bolşevik hareketin ve Ekim devriminin en genç, en mütevazı önderlerinden biridir. Fakat kabul edilemez olan, teorik ve politik olarak ciddi bir değer olan bu komünistin, Stalin tarafından kurşuna dizilmesi ve sonraki kuşakların emperyalizm teorisi üzerine çalışmalarında Buharin’i yok saymasıdır. Buharin, emperyalizm üzerine teorik bağlamda yazılmış en önemli kitabın yazarıdır. Lenin’in önsözünü yazdığı Emperyalizm ve Dünya Ekonomisi adlı kitap, Lenin’in Emperyalizm kitabından önce yazılmasına karşın, politik mücadelenin illegal zor koşullarının azizliğinden dolayı, ‘17 Ekim devriminden hemen sonra yayınlanmıştır. Bize göre bu kitap, Lenin’in emperyalizm teorisinin çekirdeğini oluşturmaktadır. Emperyalizm ve Dünya Ekonomisi, yüz yıla yakın bir süre önce yazılmasına karşın, bir yüzyılı boydan boya görebilmiştir. Birçok kesim için güncelliğini korumaktadır, fakat hala keşfedilememiştir.
Buharin emperyalizm teorisini, “dünya ekonomisi” kavramının çözümlenmesi üzerine kurar. Onun için emperyalizmin çözümlenmesi, dünya ekonomisinin gelişmesindeki eğilimlerin ve iç yapısındaki değişmelerin çözümlenmesine bağlıdır. Uluslararası meta mübadelesi, uluslararası iş bölümü, pazar ve piyasa kavramlarını sıraladıktan sonra, bunların arkasında eş zamanlı yürüyen gizli üretim ilişkileri kavramını öne çıkarır ve dünya ekonomisini “üretim ilişkileri ve bunun yerini tutabilecek olan dünya ölçeğinde mübadele ilişkileri”13 olarak tanımlar. Bizim bu soyutlamadan anladığımız, üretim ilişkileri içinde işleyen ve yeniden üretilen üretici güçlerin politik ekonomisidir. Bir başka deyişle, mülkiyet ve iktidar ilişkileri içinde ekonominin üretimi ve yeniden üretimidir. Bu bağlamda dünya ekonomisi, belirli bir üretim tarzının üretim ilişkilerine bağlı mülkiyet ve iktidar işleyişi içerisinde işleyen ve çalışan bir mübadeledir. Emperyalizmin çözümlenmesi bağlamında dünya ekonomisinin çözümlenmesi, kapitalizmin finans kapital çağında mübadeleyi üreten ve yeniden üreten iktidar ilişkilerinin ve çatışmalarının çözümlenmesidir. Bu yorumumuzdan sonra, Buharin’in emperyalizm teorisinin özünü özetlemeye devam edebiliriz.
Buharin, ulusal ekonomilerin dünya ekonomisiyle bağıntılı olduğunu söyler. Onun için ulusal ekonomi, nasıl ulus devlet sınırları içinde aritmetik bir toplam değilse, dünya ekonomisi de ulusal ekonomilerin aritmetik toplamı değildir. Ulusal ekonomiyle dünya ekonomisini ilişkisel bir bütünsellikte ele alır. Bu bağlamda, rekabetçi dönemin yerini tekelci dönemin almasıyla sanayi krizlerinin sona ereceğini beklemenin hayal olduğunu, tam tersi dünya ekonomisi alanında rekabetin ve krizlerin derinleşerek devam edeceğini vurgular. Yayılmacılık, rekabet, kriz ve savaşı kapitalizmin ontolojik eğilimleri olarak tanımlar.
Buharin’in en özgün yanı “Ekonomik yaşamın uluslararasılaşması süreci sermayenin çıkarlarının uluslararasılaşması süreciyle hiçbir suretle özdeş değildir.”14 soyutlamasıdır. Ekonominin uluslararasılaşmasıyla sermaye çıkarının uluslaşması ayrımı, Buharin’in emperyalizm teorisinin özüdür. “Kapitalizmin uluslararasılaşması (uluslararası işletmelere katılım ve bunların finansmanı, uluslararası karteller, tröstler v.s), uluslararası devlet tröstlerinin formasyonunu uyarır hale gelir. Bununla beraber, bu süreç ne kadar önemli olursa olsun, sermayenin uluslaşması ve devlet sınırlarının kapatılmasına doğru gelişen güçlü eğilimce engellenir.”15 Dünya ekonomisinin gelişimi, emperyalist devletler arası rekabetin aşırı ölçüde keskinleşmesiyle eşanlıdır. Bu bağlamda kapitalizmin ontolojik eğilimini, uluslararasılaşma ile sermayenin çıkarlarının uluslaşması arasındaki gerilim süreci kilitler. Ulusal devlet egemenliği sınırları altında yoğunlaşan, merkezileşen ve tekelleşen sermaye, dünya ekonomisi üzerindeki rekabetini ulus devlet aracılığıyla yürütür. Bu kilitlenme, emperyalist ulus devletler arasında kaçınılmaz açık savaşla kırılacaktır. “Tabii ki uluslararasılaşma eğilimi ‘son analizde’ zafer kazanacaktır ama bu ancak kapitalist devlet tröstleri arasında kıyasıya bir mücadele döneminden sonra gerçekleşecektir.”16
Buharin, emperyalizm döneminde sermaye ile devlet ilişkisini devlet teorisi bağlamında yeniden kuracaktır. Dünya ekonomisi üzerindeki rekabetin şiddeti, ulusal ekonominin askerileştirilmesi ve merkezileştirilmesinin en önemli nedenidir. Ekonominin devletleştirilmesi, sermayenin devletleşmesini beraberinde getirmektedir. Buharin faşizmin devlet teorisini kurmasına karşın “faşizm” kavramını kullanmamıştır. Buharin’de emperyalizm ile faşizm arasında bir özdeşlik olmamasına rağmen doğrudan bir ilişki vardır.
Nasıl ki ulusal ekonomilerde merkezileşme kaçınılmaz ise, dünya ekonomisinde de merkezileşme kaçınılmazdır. “Kendi kendine yeten ve sınırsız ekonomisinin gücünü, dünya krallığı kuruncaya kadar artıran -dünya imparatorluğu- devlet. Bu finans kapitalin idealidir.”17 Ve Buharin 1914’de bir kehanette bulunur. “Savaşla şiddetlendirildiğinde, gelişmenin genel eğilimi daha ileri bir merkezileşme sürecinin içinde yer alıyorsa, aynı zamanda savaşta oldukça güçlü iç örgütlenmeye sahip büyük kapitalist devlet tröstlerinin birinin dünya sahnesine çıkmasını hızlandıracaktır. Amerika Birleşik Devletleri’nden söz ediyoruz.”18
Ve Buharin, günümüze seslenen kalemiyle kitabını sonlandırır. “Dünya ekonomisinin üretken güçlerini el pençe divan durduran burjuva devletinin sınırlarını koruma veya genişletme fikri, yerini ulusal sınırların kaldırılması ve tüm insanları tek bir sosyalist aile içinde birleştirme sloganına bırakmaktadır.”19
 
Lenin
 
Lenin... Tarihin geleceğine bugünden devrimci el koyuştur. Alman siyasal coğrafyasının reformist mirasından Fransa’nın devrimci siyasal mirasına Ekim devrimi üzerinden geri dönüştür. Bu bağlamda Lenin’in emperyalizm teorisi, kapitalizmin politik eleştirisidir.
1848 devriminin “Tarih bizi ve bizim gibi düşünenlerin tümünü haksız çıkardı. Kıtada ekonomik gelişmenin derecesinin o dönemde kapitalist üretimi ortadan kaldırmak için yeterince ileri olmadığını kanıtladı; bunu, 1848’den beri tüm kıtaya yayılan, büyük sanayiyi Fransa’da, Avusturya’da, Polonya’da ve yakın zamanda Rusya’da yerleştiren ve hatta Almanya’yı yoğun olarak endüstrileşen bir ülke yapan ekonomik devrimle kanıtladı; 1848’de hala gelişmeye tam olarak elverişli olan kapitalist temel üzerinde gerçekleşti.” değerlendirmesi çok önemli bir kırılmadır. 19. yy. Avrupa sınıflar mücadelesine devrimin tarihsel koşullarının olgunlaşmadığını söylemektedir. Bu durum bir başka soruyu sormaktadır. Devrimin tarihsel koşulları nasıl ve ne zaman olgunlaşacaktır ve o zamana kadar proletaryanın politik görevi nedir? Bu değerlendirme ve bu soruyla Marksizm, Fransa’nın siyasal coğrafyasından çıkmış ve Almanya’nın siyasal coğrafyasına girmiştir. Avrupa Marksizmi, emperyalizme bu zeminde çarpmıştır. Proleter devrimlerin başlayacağı tarihsel koşullar ne zaman olgunlaşacak? sorusu, Kapitalizmin nihai krizi nedir? sorusunu üretmiştir. Sınıflar mücadelesinin kuruculuğu, Rosa’yı emperyalizmi de içine alan kapitalizmin nihai krizini teorileştirmeye yöneltmiştir. Bilim, sınıflar mücadelesinin kuruculuğunda bir alettir. Sınıflar mücadelesi bilimle değil, bilim sınıflar mücadelesinin ihtiyaçlarına göre kurulur.
İkinci soru şudur: Nihai krizin tarihsel koşuları olgunlaşana kadar politik görev nedir? Bu soru karşısında Engels, Alman reformistlerinin kendilerini rasyonelleştirmelerinde referans olmuştur. Marksist barutunu daha yitirmediği Erk Yolu makalesinde Kautsky bile, referans edilen Engels’in yaklaşımına karşı farklı bir pozisyonda olduklarını söyleyerek durumu değiştirmeye çalışmıştır. “1891’de, Engels hala, eğer kendisiyle birlikte bir devrim getiren ve bizi zamansız bir şekilde erke oturtan bir savaş patlarsa, bunun büyük talihsizlik olacağını düşünüyordu. Proletarya bir zaman daha şimdiki devlet çerçevesinden daha güvenli bir şekilde işleri götürebilirdi.”20 yorumu, Alman sınıflar mücadelesinin gerçeğini göstermektedir.
Kapitalizmin yıkılacağı devrimci tarihsel koşulların zemini içinde miyiz yoksa değil miyiz? Emperyalizm, savaş ve kriz, proletaryayı zamansız iktidara taşıyacak konjonktürel bir kriz mi, değil mi? Burjuva demokrasisine basarak süreci geçiştirmeli miyiz yoksa komün ve devrime basarak bu krizi yarıp geçmeli miyiz? Emperyalizm, sınıflar mücadelesi içerisinde Marksizmin birikmiş sorunlarının açığa çıkmasını ve Alman siyasal coğrafyası ile Rus siyasal coğrafyasının bu sorular karşısında taraf olmasını sağlamıştır. Yalnızca emperyalizm üzerine bilimsel çözümlemeler üzerinden bir politik farklılık değildir. Tam tersi, politik farklılık emperyalizm teorisinde farklılık üretmiştir.
Lenin, emperyalizmin ekonomik temelini finans kapital, mali oligarşi ve tekelcilik olarak görür. Bu bağlamda emperyalizm, kapitalizmin tekelci evresidir. Tekelci evrede kapitalizm içte ve dışta siyasal gericiliktir. Lenin’de kapitalizmin nihai krizi sorusu yoktur. Kapitalizmin tekelci evresi emperyalizmin siyasal gerici niteliğini saptamasıyla bu tartışmayı bitirmiştir. Kapitalizmin nihai krizi tartışması, “bilimsel Marksizmi”, bir alt yapı çözümlemesine indirgemiştir. Lenin de, bir krizin taşıdığı çatışmalardan devrimci imkanları, sınıflar mücadelesi çıkarır. Lenin için emperyalizm proleter devrimler çağının arifesidir.
Lenin’in emperyalizm teorisinde, kapitalizmin ontolojik eğilimi olan yayılmacılık, sömürgecilik ve bağımlık ilişkiselliği önemli bir yer tutmaktadır. Fakat Lenin, emperyalizm teorisinin özünü teşkil etmez. Lenin emperyalizmin beş temel özelliğini sıralar. Emperyalist dönemin beşinci özelliği şudur: “Kapitalist büyük güçler tarafından dünyanın teritoryal paylaşımı tamamlanmıştır.”21 Fakat Lenin emperyalizm teorisinin özgünlüğünü ve farklılığını özellik olarak sıralamasa da, sık sık vurguladığı, paylaşılmış olan dünyanın emperyalist güçler tarafından yeniden paylaşımı veya paylaşılacağıdır. Emperyalizm döneminde krizin yıkıcılığı buraya oturur. Bugün moda olarak tartışılan yeni emperyalizm teorilerinin oturtulduğu temel, yayılmacılığın yeniden yapılanmasıdır. Kapitalizm var olduğu sürece yayılmacılık devam edecektir. Bu bağlamda emperyalizm kapitalizm var oldukça devam edecektir. Eski, yeni aşamalar olarak devam edebilir. Oysa Lenin’de, emperyalizm öncesi kapitalizmde de yayılmacılık vardı. Hatta dünyanın paylaşılması tamamlanmıştı. Lenin için finans kapital, tekelci ve sermaye ihracı döneminde emperyalizmi farklı kılan özellik nedir? Tekelci dönemde kapitalizmin iktidar güçleri arasındaki krizidir. Paylaşılmış olan dünyanın yeniden paylaşılmasının zorunluluğu, emperyalist devletler arası açık savaşı kaçınılmaz kılar. Buradan Buharin’e geri dönmek gerekmektedir.
Ekonominin uluslararasılaşması, kapitalizmin bir dünya ekonomisi haline gelme eğilimiyle sermayenin çıkarının uluslaşması, kapitalizmin devinimini kilitlemiştir. Ulus devlet egemenliği altında sermayenin yoğunlaşması, merkezileşmesi ve tekelcileşmesi, dünya ekonomisinde de yoğunlaşmayı, merkezileşmeyi ve tekelleşmeyi zorunlu kılmaktadır. Lenin’in emperyalizm teorisi tam da bu kilitlenmeye oturmaktadır. Tarih Buharin’i ve Lenin’i haklı çıkardı. 20. yy. devrimler ve karşı devrimler yüzyılı olarak tarihe geçecektir. 1. Dünya Savaşı, dünyayı allak bullak eden faşizm ve 2. Dünya Savaşı, Ekim Devrimi’yle başlayan Nikaragua’dan çıkan devrimler, dünyanın her köşesinde yükselen devrimci mücadeleler. 20. yy. ya barbarlık ya da sosyalizm yüzyılıydı.
Lenin, Buharin’in Emperyalizm ve Dünya Ekonomisi adlı kitabının önsözünde şöyle yazmıştı: “Gelişimin, istisnasız tüm işletmeleri ve devletleri içine alacak tek bir dünya tröstünün kurulması yönünde olduğundan şüphe yoktur. Ama bu yöndeki gelişme öylesine stres, tempo, antagonizmalar, çelişkiler tepe taklak gelişler içinde -sadece ekonomik değil, fakat aynı zamanda politik, ulusal vs.- gelişmektedir ki, ulusal finans kapitallerin dünya çapında bir ultra-emperyalizm yapısında birleşmesinden önce, emperyalizm kaçınılmaz olarak yok olacak ve kendi karşıtına dönüşecektir.”22 Lenin, emperyalist dönemin yaratığı kriz zeminindeki devrimci olanaklara ve sınıflar mücadelesine güvenmişti. Sovyetler çöktü, devrimci hareket geriledi; bu güvene layık olamadık.
İçinde bulunduğumuz tarihsel koşular altında, ister tek bir dünya tröstü yönünde olalım ya da olmayalım, kapitalizm var oldukça insanlık asla barış içinde olmayacaktır. Biz, ekonominin uluslararasılaşması, kapitalizmin bir dünya ekonomisi haline gelme eğilimiyle sermayenin çıkarının uluslaşması arasındaki kilitlenmeyi modernizmin krizi olarak görüyoruz. Bu kriz kılıçla çözülmüştür. Artık kapitalizm bir dünya ekonomisidir. Sermayenin çıkarı her boyutuyla küreselleşmiştir. Emperyal devletlerin ulus devlet egemenliği sınırları ötesinde ürettikleri artı-değer, ulusal sınırları içerisinde ürettikleri artı-değerden kat kat fazladır. Dünyada birkaç ABD vardır. Üçüncü dünya yutulmuştur, direnenler ise yerle bir edilmektedir. Dünyanın neresinde olunursa olunsun, emperyal sermayenin organik ilişkisi olmadan artı-değer üretimi mümkün değildir. Kapitalizm bir dünya ekonomisi olarak imparatorluğunu ilan etmiştir. Eskiden ekonominin uluslararasılaşması kurulurken Emperyalizm burjuvazinin niteliğini uluslaştırmaktaydı. Bugün imparatorluk, uluslararasılaşmış bir burjuva kurmaktadır. Kapitalizm küresel bir sınıf yaratmaktadır. Teritoryal devletler uluslararası yapılandırılarak işlevlendirilmektedir. Bir devlet biçimi bağlamında yeni bir devlet teorisi kurulmalıdır.
Artık emperyalist devletler arası açık savaşı görmeyeceğiz. Rekabetin ve savaşın varlık koşulları değişmiştir. Rekabet ve savaş, kapitalist imparatorluğun hiyerarşisi içinde kurulmaktadır. Bir krallığın imparatorluğu ile, imparatorluğun kralı farklıdır. Bugün bir krallığın imparatorluğu yoktur. Tam tersi, imparatorluğun monarkı vardır. Bu hiyerarşi içinde yer değiştirmeler, kaymalar kaygan zeminde hareketli olacaktır. Bu durum, bırakın silahsızlanmayı, nereden geleceği belli olmayan savaşı, sürekli üretip yeniden üretecektir.
Emperyalizm, devlet biçimi bağlamında, ulus devlet teorisidir. Yine bir devlet biçimi bağlamında, ulus devlet çözülmüştür.

Yazar: Cengiz Baysoy

1 K. Marx, Ekonomi ve Politiğin Eleştirisine Katkı, Sol Yay., 1993, s. 21.
2 K. Marx, Fransa’da Sınıflar Mücadelesi, F.Engels önsöz, Sol Yay., s. 15-16.
3 a.g.e., F.Engels 1895 önsöz.
4 Kautsky, Kavram Yay. ,1990, s. 100.
5 a.g.e., s. 100.
6 a.g.e., s. 100.
7 a.g.e., s. 96.
8 a.g.e., s. 96.
9 a.g.e., s. 96.
10 Rosa L., Sermaye Birikiminin Tarihsel Koşulları, Kaynak Yay., 1984, s. 151.
11 a.g.e., s. 143.
12 a.g.e., s. 143.
13 Buharin, Emperyalizm ve Dünya Ekonomisi, Spartaküs Yay., 1973, s. 11.
14 a.g.e., s. 44.
15 a.g.e., s. 128.
16 a.g.e., s. 129.
17 a.g.e., s. 95.
18 a.g.e., s. 134.
19 a.g.e., s. 156.
20 Kautsky, Kavram Yay., 1990, s. 89
21 Lenin, Seçme Eserler, Cilt 5, İnter Yay., 1995, s. 91
22 Buharin, Emperyalizm ve Dünya Ekonomisi, Lenin önsöz, Spartaküs Yay., s. 5.

Son Yazılar

Hepsini Gör
*Mülksüzleşme ve Tahakküm

Koskoca insanlık tarihi düşünüldüğünde, kapitalizm bu tarihin içinde ne kadar da kısa bir dönem. Buna rağmen insan etkinliği ve doğa...

 
 
bottom of page