top of page

*Akdeniz Sularına Yelken Açan AB: EUROMED

  • Yazarın fotoğrafı: otonomdergi
    otonomdergi
  • 17 Kas 2004
  • 4 dakikada okunur
Kapitalist işleyişin varlığını güvence altına almada kapitalizmin tarihi ile eş bir tarihe sahip olan Avrupa burjuvazisinin iktidar birikimi, imparatorluğun hiyerarşisi içinde tüm becerilerini, kendisini kapitalist iktidarın yeniden yapılandırılmasının bir öznesi olarak kuruyor. Bu kuruluşta izlediği siyasal eksen, sıklıkla dillendirildiği gibi kendisini ABD sermayesi ile karşı karşıya getiren bir siyasal yapılanma değil (bu burjuvaziler arası rekabet olgusunu reddetmek anlamına gelmez), yeni bir kapitalist sermaye birikim sürecinin örgütlenmesini sağlayabilecek olan bir siyasal dinamizmin kuruluşunda, sermayenin diğer özneleri ile çatışkılı bir uzlaşı siyasetinin yapılandırılmasıdır. Dolayısıyla sözü edildiği gibi, AB ve ABD burjuvazisi arasında var olduğu iddia edilen ve en somut haliyle ABD’nin Irak’a yaptığı askeri müdahalenin AB nezdindeki meşruiyeti ekseninde tartışılan gerilim, aslında her iki tarafın birbirinin varlığına tehdit oldukları zemininde değil, her iki tarafın kapitalizmin yeni iktidar işleyişinin kuruluş sürecinde üstlendikleri farklı işlevler zemininde tartışılmak durumundadır. Bu yüzden, kapitalist iktidarın yeniden yapılandırılmasının özneleri arasındaki gerilimlerin, yeni bir siyasal hegemonya biçiminin kuruluşunun olmazsa olmaz koşulu ve kapitalizmin siyasal krizinin aşılması yönünde tetikleyici olan bir dinamizm olarak okunması gerekiyor. Kapitalizmin bugününü ve geleceğini neo-liberal ekonomik politikalarla güvence altına almaya çalışan “imparatorluğun çok merkezli özneleri”, yeni siyasal hegemonyanın kurumsal ve hukuki meşruiyet mekanizmalarının kuruluşunda, hem kendi içlerinde hem de birbirleri ile olan ilişkilerinde çatışkılı bir sürecin içinden geçmekteler. Önlerinde, sürekli aşılması ve anında müdahale mekanizmalarının geliştirilmesi gereken sürekli bir krizler silsilesi var. Bu krizlerin kökeni, kapitalizmin neo-liberal işleyişine entegre olmaya karşı direnen odaklar olarak tanımlanıyor ve çözüm de, bu direnme odaklarının disipline edilmesini sağlayacak olan politikaların geliştirilmesi yönünde ulusal, uluslararası, ulus ötesi –nasıl tanımlarsak tanımlayalım– kurumların yeni bir hegemonik meşruiyet zemininde örgütlenmesinde yatıyor.
Burada karşılaşılan temel sorun, devlet kapitalizminden tutun da refah devleti uygulamalarına kadar, siyasal olarak ulus devletin disipline edici mekanizmalarına içkin olan kapitalist birikim süreçlerinin artık kapitalizmin varlığını sürdürmesine olanak tanımayan iktidar işleyişidir. Söz konusu iktidar işleyişinde yeniden üretimini ve varlığını, ulus devletlerin kendi içindeki disipline edici mekanizmalara ve ulus devletler arasındaki sınırlı sorumlu ilişkilere borçlu olan sermaye, ulus devletlerin varlığını gereksiz kılan değil ama onları neo-liberal işleyişin politik öznelerinden biri olarak yeniden işlevlendiren bir iktidar işleyişinin mekanizmalarını kurmaya çabalıyor. Böylece ulus devletler –uluslararası ve ulus ötesi diğer politik öznelerin yanında– kapitalizmin yeni iktidar işleyişinde dışlanan politik özneler olarak değil, sermaye birikiminin yeni koşullarının ihtiyaçlarına göre yapılanarak işlevlenen ve içerilen kurucu politik özneler olarak varlığını sürdürüyor. Burada dikkat çekilmesi gereken nokta, sermayenin uluslararasılaşması sürecinin siyasal kuruculuğunun, artık sadece ulus devletler üzerinden gerçekleştirilemeyeceğidir. Hemen hepsi II. Dünya Savaşı sonrasında liberal ekonomik politikaları hayata geçirmek üzere kurulmuş olan pek çok uluslararası kurum (GATT, IMF, Dünya Bankası, Birleşmiş Milletler vb.), günümüze kadar bir süreklilik izleyerek, kapitalist sermaye birikim süreçlerini güvence altına almak üzere dönüşerek, işlevlerini yeniden tanımlayarak sermayenin uluslararasılaşması sürecinin etkin siyasal özneleri oldular.
İşte, Avrupa Birliği’nin yeni bir iktidar işleyişinin meşru siyasal mekanizmalarının yaratılması sürecinde izlediği politikalar bu bağlamda okunmalıdır. Emperyalist rekabetin ve faşizmin yıkıcılığından çıkarak kendisini yeniden yapılandıran Avrupa sermayesi, uluslararasılaşma ve serbest piyasa ilkeleri ekseninde tarihsel bir sürekliliği arkasına alarak sürekli bir dönüşüm geçirmekte. Birleşme sürecinde yaşanan tüm çatışkılı süreçlere rağmen varlığını bir yandan Sovyet rejiminin tehdidine karşı, diğer yandan ABD sermayesi karşısında güç kazanma ekseninde kurmayı başaran Avrupa’nın birleşme projesi, özellikle Sovyet rejiminin çökmesi ile beraber yeni bir yapılanma sürecine girmiş durumda. İçinde ulus devletlerin varlığını ve müdahale olanaklarını barındıran, ama neo-liberal ekonomik politikalar ekseninde sermaye birikiminin kendisini yeniden üretebileceği dikey ve yatay mekanizmaları oluşturan Avrupa Birliği, çok katmanlı ve çok merkezli kurumsallaşma olanakları yaratıyor. Avrupa Birliği projesinin artık sadece merkez Avrupa ülkelerini kapsayan bir proje olmaktan çıkarılıp, bir yandan Sovyet rejiminin yıkılmasından sonra kapitalizme eklemlenme sürecine giren Orta ve Doğu Avrupa ülkelerini, diğer yandan Akdeniz’e kıyısı olan ülkelerle Orta Doğu ülkelerini içermeyi hedefleyen Avrupa Birliği genişleme sürecidir. Özellikle 90’lı yıllarda nasıl gerçekleşeceği tartışılan bu genişleme süreci, bir dizi ekonomik, politik ve toplumsal yaptırım ve ilkeyi kapsayan Kopenhag Kriterleri ve Helsinki Kriterleri çerçevesinde, karşılıklı müzakereler ile hayata geçirildi. Bugün Avrupa’daki eski doğu bloku ülkelerinin neredeyse tamamını birliğe dahil etmiş olan Avrupa Birliği genişleme süreci, şimdi de ilk taahhüt sözleşmesi 1995 yılında Barselona’da AB ile Akdeniz’e kıyısı olan ve İsrail’i de kapsayan 12 ülke arasında imzalanan Avrupa-Akdeniz Ortaklık Projesi (Euro-Med Partnership) ile devam ediyor.
Barselona Bildirgesi olarak bilinen taahhütnamede açıklanan ilkelerle nitelenen Euro-Med Ortaklık Projesi, AB ile Akdeniz’e kıyısı olan ülkeler arasında üç temel ortaklık tarifi yapıyor: siyasi ve güvenlik alanlarında ortaklık; ekonomik ve mali ortaklık; sosyal, kültürel ve beşeri alanlarda ortaklık. Siyasi ve güvenlik alanlarındaki ortaklık kriterleri, bölgesel barışın, güvenliğin ve istikrarın sağlanmasına yönelik olarak Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin kararlarına uymayı taahhüt altına alırken; ekonomik ve mali ortaklık ile sosyal kültürel ve beşeri alanlarda tanımlanan kriterler, GATT ve DTÖ kararlarının uygulanmasına yönelik mekanizmaların oluşturulmasını taahhüt altına alır. Özellikle Akdeniz bölgesinde bir serbest ticaret bölgesi kurma hedefine yönelik olarak, bu bölgedeki ülkeler arasında gümrük tarifelerinin ve diğer ticari engellerin aşamalı olarak kaldırılmasına yönelik anlaşmalar yapılması; AB ile Akdeniz’e kıyısı olan ülkeler arasında gelişmişlik düzeyleri arasındaki farkın ortadan kaldırılması; yabancı yatırımları destekleyecek mekanizmaların oluşturulması; teknoloji transferi ile söz konusu ülkelerde sanayi gelişiminin desteklenmesi; yeni istihdam olanaklarının yaratılması; piyasa ekonomisinin yerleştirilmesi için özel girişimciliğin desteklenmesi temel bazı önermelerdir. Tüm bunların hayata geçirilmesi yönünde yerel özgünlükleri ve ihtiyaçları dikkate alan ve içinde özellikle sivil toplum örgütlerinin katılımına vurgu yapan politik karar alma ve uygulama mekanizmalarının oluşturulması ise, demokratik katılım ilkeleri çerçevesinde tarif edilir. Burada Avrupa Birliği’nin genişleme süreci politikalarının iki temel vurgusuna dikkat çekmek gerekiyor. İlki, serbest piyasa ilkelerinin işletilmesine; ikincisi ise, demokratikleşmeye dair yapılan vurgudur. Bu iki temel vurgu çerçevesinde belirlenen kriterler, Akdeniz’e kıyısı olan ama Avrupa Birliği’ne üye olmayan ülkelerin kapitalizmin iktidar işleyişine tabi kılınmasını sağlayacak olan şartlı umut stratejileridir.
Barselona Bildirgesi’nde önerilen ve 2010 yılında tamamlanması öngörülen Euro-Med Ortaklık Projesi’nin, neo-liberal ekonomik politikalar ekseninde bir sermaye birikim sürecinin yapılandırılması yönünde, kuruculuğunu Avrupa’nın üstlendiği bir politik yönelim olduğu açıktır. Bu proje ile Avrupa, Akdeniz bölgesinde bir yandan kapitalizmin yol açtığı eşitsizliklerden kaynaklı olarak kendi varlığını tehdit edebilecek gelişmeleri (örneğin bu bölgelerden gelen göç baskısı veya “terör” gibi) önlemeye çalışırken, bir yandan da sermayenin kendisini yeniden ve yeniden üretebileceği toplumsal koşulların yaratılmasını öngörüyor. AB’nin tüm bunları yapmaya çalışırken DTÖ, BM, NATO ve diğer uluslararası kurumların politikaları ile uyum içinde olduğunu gözden kaçırmamak gerek. Bu anlamıyla Avrupa Birliği, kapitalizmin yeni iktidar işleyişinin kurulmasında, hem kendisini sürekli dönüştüren hem de bu kuruluş sürecinin diğer özneleri ile yaşadığı çatışkılarla beraber örgütlenen bir kendini gerçekleştirme projesidir.
 
Yazar: Münevver Çelik
Ekim-Aralık 2004
 

Son Yazılar

Hepsini Gör
*Mülksüzleşme ve Tahakküm

Koskoca insanlık tarihi düşünüldüğünde, kapitalizm bu tarihin içinde ne kadar da kısa bir dönem. Buna rağmen insan etkinliği ve doğa...

 
 
bottom of page